| KUR'AN-I KERİM İNDEKS 2 
          – BAKARA SÛRESİ (201-286) 201 – Bazıları 
          da, “Ey bizim kerim Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ve güzellik 
          ver, âhirette de iyilik ve güzellik ver,    Ve bizi cehennem ateşinden koru” derler. [22,72] 
            202 – 
          İşte bunlar kazandıkları şeylerin hayır 
          ve bereketlerini fazlasıyla görürler.   Allah hesabı çok çabuk görür.   203 – 
          O sayılı günlerde tekbir getirerek Allah’ı zikredin. 
            Kim acele edip iki günde dönerse ona vebal yoktur. 
            Kim geri kalırsa, günahlardan korunduğu takdirde, 
          ona da vebal yok.    Allah’a karşı gelmekten korunun ve bilin ki 
            Hepiniz neticede diriltilip O’nun huzurunda toplanacaksınız. 
            Sayılı günler: teşrik günleridir. 
          Teşrik: yüksek sesle tekbir almaktır. Bu günler, kurban 
          bayramının Arefe günü sabahından 4. günü ikindi vaktine 
          kadardır. (9-13 Zilhicce) Sadece bayramın 2,3 ve 4. günleri 
          olarak da tefsir edilmiştir.   204 – 
          İnsanlardan öylesi vardır ki dünya hayatına dair sözleri 
          senin hoşuna gider.    Üstelik sözünün özüne uyduğuna Allah’ı da şahit 
          gösterir.   Halbuki gerçekte o düşmanların en yamanıdır. 
            205 – 
          Senin yanından ayrılınca, ülkede fesat çıkarmaya 
          çalışır,    Ürünleri ve nesilleri mahvetmek için uğraşır. 
            Allah, elbette fesadı (bozgunculuğu) sevmez. 
            Bu âyette ülkenin istikbalinin en önemli 
          iki rüknüne dikkat çekilmektedir. Maddî hayatın, ekonomik hayatın 
          esası ürün, manevî hayatın esası ise yeni nesillerin 
          iyi yetiştirilip eğitilmesidir.   206 – 
          O adama: “Allah’tan kork da fesat çıkarma!” denildiğinde, 
             Kendini benlik ve gurur kaplar ve bu, onu daha fazla günaha 
          sürükler.   Böylesinin hakkından cehennem gelir.  
           Gerçekten ne fena yataktır o cehennem!  
           207 – 
          İnsanlardan öylesi de vardır ki Allah’ın rızasını 
          kazanmak için kendini feda eder.   Allah da kullarına pek merhametlidir.  
           208 – 
          Ey iman edenler! Hepiniz toptan barış ve selamete girin de 
          şeytanın adımlarını izlemeyin.  
           Çünkü o, sizin aranızı açan belli bir düşmandır. 
            209 – 
          Eğer size bunca gerçekler, açık deliller geldikten sonra haktan 
          ayrılırsanız,    İyi bilin ki: Allah son derece güçlü ve onurlu, tam 
          hüküm ve hikmet sahibidir.   210 – 
          Şeytanın peşinden gidenler ne bekliyorlar?   
           Onlar akılları sıra, buluttan gölgelikler 
          içinde Allah’ın ve meleklerin gelip,   Haklarındaki hükmün verilmesini, işlerinin bitirilivermesini 
          mi bekliyorlar?   Bütün işler ve hükümler Allah’a aittir. (O insanların 
          keyfine göre iş yapmaz, Kendi bildiğini işler). {KM, 
          Çıkış 19,18; 34,5; Tesniye 4,12}   211 – 
          Sor İsrailoğullarına, onlara nice açık belgeler 
          verdik!   Her kim, Allah’ın kendisine lütfetmiş olduğu 
          nimeti değiştirirse, iyice bilsin ki Allah’ın cezası 
          pek şiddetlidir. [14,28] 
            212 – 
          Kâfirlere dünya hayatı süslü gösterildi; Bu yüzden iman edenlerle 
          eğlenirler.   Halbuki Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, 
          kıyamet günü öbürlerinin üstündedir.   Allah dilediğine hesapsız nimetler verir. 
            213 – Bütün 
          insanlar bir tek ümmet teşkil ediyorlardı.   Aralarında ihtilaflar başlayınca, Allah 
          onlara içlerinden müjdeleyici ve uyarıcı  
          olarak peygamberler gönderdi.   Onların beraberinde, insanlar arasında hükmetmek 
          için, kitap ve hikmeti gönderdi ki, ihtilaf ettikleri konularda aralarında 
          hükmetsin.   Halbuki, o meselelerde anlaşmazlığa düşenler, 
          kendilerine apaçık âyetlerimiz geldikten sonra,    Sırf aralarındaki haset yüzünden ihtilafa düşen 
          Ehl-i kitaptan başkası değildi.    Allah da, onların hakkında ihtilaf ettikleri 
          gerçeği, Kendi izni ile bu iman edenlere bildirdi.  
           Öyle ya, Allah dilediğini doğru yola eriştirir. 
          [10,19]   İnsanlar dünyaya geldikleri ilk andan 
          itibaren dinsiz ve toplumsuz yaşamış değildirler. 
          Allah insan toplumlarını irşad edecek peygamberler ve 
          kitaplar göndermiş, fakat zamanın geçmesiyle insanlar ihtilafa 
          düşünce yeni peygamberler görevlendirmiştir. Neticede, çeşitli 
          milletlere anlatılan hakikat tekrar anlaşılmaz olunca, 
          bütün milletlere, bütün insanlığa hakkı anlatacak, hepsini 
          “müşterek hak söze” (Ali İmran, 64) dâvet edecek son Peygamberin 
          zuhur ettiğini bu âyet bildirmektedir.   214 – 
          Yoksa siz, daha önce geçmiş ümmetlerin başlarına gelen 
          durumlara mâruz kalmadan cennete gireceğinizi mi sandınız? 
            Onlar öyle ezici mihnetlere, öyle zorluklara dûçar oldular, 
          öyle şiddetle sarsıldılar ki,    Peygamber ile yanındaki müminler bile “Allah’ın 
          vaad ettiği yardım ne zaman yetişecek?” diyecek duruma 
          geldiler.   İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır. 
            Bu âyet, ilahi terbiye metodunu açıklamaktadır. 
          Allah’ın rızası ve cenneti ucuz değildir. Gayret, 
          sabır ve sebat imtihanlarından geçmek, böylece pişip 
          bir kıvama ermek gerekir. Allah bu dünyaya sa’y (çalışma) 
          kanununu koymuştur, atalete ve gevşemeye yer yoktur. İşlemeyen 
          demir pas tutar çürür, işleyen demir ışıldar. Dünya 
          rahat yeri değil, hizmet yeridir. Mükâfat yurdu ise âhirettir. 
          Rahat yeri olsaydı Allah en seçkin kulları olan Peygamberlerini 
          burada rahat ettirirdi. Âyet başta Asr-ı saadetteki ashab 
          olarak, kıyamete kadar gelecek müminlerin himmetlerini kamçılamaktadır. 
            215 – Sana 
          Allah yolunda kimlere ve ne harcayacaklarını sorarlar. 
            De ki: İnfak edeceğiniz mal anne baba, akrabalar, 
          yetimler, yoksullar ve yolda kalmış gariplere gidecektir. 
            Hayır olarak daha ne yaparsanız Allah muhakkak 
          onu bilir.   216 – 
          Hoşlanmasanız da savaş size farz kılındı. 
            Olur ki hoşlanmadığınız bir şey 
          sizin için hayırlı olur.   Olur ki sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için 
          şerli olur.   Gerçeği Allah bilir, siz bilmezsiniz.  
           217 – Sana 
          hürmetli ayı ve bu ayda savaşmanın hükmünü sorarlar. 
            De ki: “O ayda savaşmak büyük bir günahtır. 
             Fakat insanları Allah yolundan engellemek,  
           Allah’ı inkâr etmek,   Mescid-i Haram’ı ziyareti yasaklamak,   
           O mescidin cemaatini yani müslümanları oradan çıkarmak 
          ise,    Allah nazarında daha büyük günahtır.  
           Dinden döndürmek için işkence, öldürmekten beterdir. 
            Kâfirler, ellerinden gelse, sizi dininizden döndürünceye 
          kadar sizinle savaşmaktan geri durmazlar.   Sizden her kim dininden döner ve kâfirlikte devam ederek 
          ölürse, işte onların dünyada da,   Âhirette de yaptıkları boşa gider. 
            Bunlar cehennemlik olup orada ebedî kalacaklardır. 
            218 – 
          Onlar ki iman ettiler,   Sonra hicret ettiler   Ve onlar ki Allah yolunda cihad ettiler...  
           İşte onlar Allah’ın rahmetlerini umarlar. 
            Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur. 
            219 – 
          Sana şarap ve kumar hakkındaki hükmü sorarlar.  
           De ki: İkisinde de hem büyük günah, hem de insanlara 
          bazı menfaatler vardır.   Fakat günahları faydalarından daha çoktur. 
            Bir de senden ne infak edeceklerini sorarlar.  
           De ki: İhtiyacınızdan artanı harcayın. 
             Böylece Allah size âyetlerini açıklıyor ki dünya 
          ve âhiret hakkında düşünesiniz. [5,90,91; 
          4,43] {KM, Tekvin 27,28; Tesniye 11,14; Sayılar 28,14}  
           Sarhoş edici içkilerle kumar hakkında 
          açık yasaklama bu âyetle başlamıştır. Daha 
          sonra sarhoşken namaz kılma yasaklanmış (4,43), 
          nihaî olarak da kayıtsız olarak haram kılınmıştır. 
          (5,90,91)   220 – 
          Sana yetimler hakkında da soru sorarlar.   De ki: Onların gerek kendilerini, gerek mallarını 
          iyileştirip geliştirmek, elbette hayırlı bir iştir. 
            Eğer onlara sahip çıkmak için kendileriyle beraber 
          oturmak isterseniz bu da mümkündür; Zira onlar sizin kardeşlerinizdir. 
            Allah kimin iyileştirme gayesi güttüğünü, kimin 
          de işi bozmayı düşündüğünü pek iyi bilir.  
           Şayet Allah dileseydi sizi zora koşardı. 
          Muhakkak ki Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir. 
            221 – 
          Müşrik kadınlar iman etmedikçe onlarla evlenmeyin.  
           Mümin bir cariye, çok hoşunuza giden müşrik 
          bir kadından daha hayırlıdır.   Mümin kadınları da, onlar iman etmedikçe, müşriklere 
          nikâhlamayınız;    Mümin bir köle hoşunuza giden bir müşrikten 
          daha hayırlıdır.   Müşrikler sizi cehenneme dâvet ederler. Allah ise 
          sizi kendi izniyle, cennete ve mağfirete dâvet eder   
           ve üzerinde düşünüp gerekli dersi alsınlar diye 
          âyetlerini insanlara açıklar. [2,96; 
          5,5; 60,10] {KM, Çıkış 9,12; Tesniye 7,3-4}  
           222 – Bir 
          de sana kadınların ay halini sorarlar.   De ki: Bu, bir rahatsızlıktır, Onun için, 
          âdet sırasında kadınlardan geri durun ve onlar temizleninceye 
          kadar, kendilerine cinsel yaklaşmada bulunmayın.  
           Temizlendikten sonra, Allah’ın izin verdiği 
          şekilde onlara yaklaşın.   Allah tövbe ile kendisine dönenleri sever, temizlenenleri 
          de sever. {KM, Levililer 15,19-30; Hezekiel 
          18,6}   Cahiliye Arapları ve yahudileri âdet 
          gören kadınlarla birlikte durmaz, beraber yemek bile yemezlerdi. 
          Hıristiyanlar ise ay haline hiç önem vermez, cinsel ilişkide 
          bile bulunurlar. İslâm istikamet ve itidali gösteriyor. Bir nevi 
          hastalık olan o durumda, cinsel ilişkiden kadınları 
          uzak tutup istirahat ettirir. Namaz ve oruçla yükümlü tutmaz.  
           223 – 
          Eşleriniz sizin nesil yetiştiren tarlanızdır. Tarlanıza 
          dilediğiniz şekilde varın.   Kendiniz için ilerisini düşünerek hazırlık 
          yapın.   Allah’ın haram kıldığı şeylerden 
          korunun ve O’nun huzuruna varacağınızı iyi bilin. 
          (Ey Resulüm)! Mü’minleri müjdele!   Sadece şehvet gidermeyi değil, 
          iyi yetişmiş, hayırlı evlat sahibi olmayı hedefleyin. 
          Âyet, soyu devam ettirmenin yanında, çocukları iyi yetiştirmek 
          için birçok zorluklara katlanılacağını da hatırlatmaktadır. 
            224 – 
          Bir de Allah adına yemin ederek, iyilik etmeye, günahlardan uzak 
          durmaya ve insanların arasını düzeltmeye O’nun adını 
          engel yapmayın.   Allah hakkıyla işitir ve bilir. [24,22; 
          5,89] {KM, Çıkış 20,7; Tesniye 5,11}   Kasden veya istemeyerek kasdî olmaksızın 
          ağızdan çıkan yeminler, meşrû görevlere engel yapılamaz. 
          Nitekim Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Bir kimse 
          bir şey hakkında yemin eder de sonra ona aykırı 
          davranmayı daha hayırlı görürse, o hayırlı 
          şeyi yapsın ve yemininden ötürü keffaret versin.”  
           225 – 
          Allah sizi yeminlerinizdeki yanılmadan dolayı kınamaz, 
          fakat kalplerinizle kasdettiğiniz yeminlerden dolayı sorumlu 
          tutar. Allah çok affedicidir, cezayı çabuklaştırmaz (tövbe 
          için fırsat tanır).   226 – 
          Eşlerine yaklaşmamaya yemin eden kocaların, dört ay bekleme 
          hakkı vardır.    Şayet kocaları bu süre bitmeden eşlerine 
          dönerlerse bunda mahzur yoktur. Çünkü Allah çok affedicidir, merhamet 
          ve ihsanı boldur.   Cahiliye arap erkekleri, kadınları 
          sıkıştırmak için yaklaşmamaya yemin eder ve 
          süresiz olarak perişan vaziyette bırakırlardı. Buna 
          îla denir. Kur’ân îlanın azamî süresini dört ay olarak sınırlandırdı. 
          Bu süre içinde birleşme kapılarını açtı: erkek 
          keffâret vererek eşine dönebilir. Fakat dönmemeye kararlı 
          ise, dört ay sonunda eşini serbest bırakmak zorundadır. 
            227 – 
          Yok eğer boşanmaya azmederlerse, bilsinler ki Allah her şeyi 
          hakkiyla işitir ve bilir.   228 – 
          Boşanmış kadınlar kendilerini tutup yeni bir nikâh 
          yapmadan önce üç âdet beklesinler.   Allah’a ve âhirete iman ediyorlarsa, kendi rahimlerinde 
          Allah’ın önceki evlilikten yaratmış olduğu çocuğu 
          veya hayızı gizlemeleri onlara helâl olmaz.    Kocaları gerçekten barışmak istiyorlarsa, 
          bu iddet müddeti içinde onları tekrar almaya başkalarından 
          daha çok hak sahibidirler.   Erkeklerin hanımları üzerinde bulunan hakları 
          gibi, hanımların da kocaları üzerinde meşrû çerçevede 
          hakları vardır.   Şu kadar ki erkeklerin onların üzerindeki hakları 
          bir derece daha fazladır.   Unutmayın ki Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet 
          sahibidir. [4,34; 65,1-4]   229 – 
          Boşama hakkı iki defadır.   Bundan sonra yapılması gereken ya meşrû 
          tarzda güzelce birlikte yaşama yahut, eşini güzellikle salıvermedir. 
            Ey kocalar, boşama sırasında eşinize 
          daha önce vermiş olduğunuz mehirden herhangi bir miktar geri 
          almanız size asla helâl olmaz;   Fakat Allah’ın koyduğu hudutlarda durmayacaklarından 
          endişe etmeleri hali bunun dışındadır. 
            Şayet siz de onlar gibi, onların Allah’ın 
          koyduğu hudutlarda duramayacaklarından (evlilik hukukuna riayet 
          edemeyeceklerinden) endişe ederseniz, bu durumda kadının, 
          ayrılmak için meşrû çerçevede hakkından bir şey 
          vermesinde, her ikisi için de bir vebal yoktur.   İşte bunlar Allah’ın tayin ettiği 
          sınırlardır ki sakın onları aşmayasınız, 
          Her kim Allah’ın hudutlarını aşarsa işte onlar 
          zalimlerin ta kendileridir.   Kadının mal karşılığı 
          ayrılma talebinde bulunmasına hul’ 
          veya muhala’a denir. Cemile, kocası Sabit b. Kays’ı sevemiyordu. 
          Hz. Peygambere gelip: “Vallahi dininde, ahlâkında bir kusurunu 
          görmüyorum. Ancak İslâm’dan sonra küfre dönmek istemiyorum” deyip 
          ayrılma talep etmişti. Bu âyetin inmesi üzerine, kocasından 
          mehir olarak aldığı bahçeyi geri verip hul’ olmuştu. 
          {KM, Tekvin 21,14; Tesniye 24,1; Levililer 22,13. Matta 5,32; 1,19; 
          I Korintos. 7,10-11} 
            230 – 
          Eğer koca eşini ikinci talaktan sonra üçüncü defa boşarsa, 
          artık başka bir kocaya varıp ondan boşanmadıkça, 
          o kadın ilk kocasına helâl olmaz.   Ama bu ikinci kocası kendi rızasıyla onu 
          boşar ve kadın ile ilk kocası Allah’ın koyduğu 
          evlilik hukukunu yerine getireceklerine inanırlarsa, nikâhla bir 
          araya gelmelerinde bir günah yoktur.   İşte bunlar Allah’ın belirlediği hudutlardır 
          ki bilmek isteyenler için O bunları beyan buyurmaktadır. 
            231 – 
          Ey kocalar! Eşlerinizi boşar, onlar da iddetlerini bitirirlerse, 
          artık ya onları iyilikle yanınızda tutar, yahut 
          güzellikle salıverirsiniz.   Onların hukukuna tecavüz etmek kasdıyla zarar 
          vermek için eşlerinizi alıkoymayın.   Kim böyle yaparsa kendine zulmetmiş olur.  
           Sakın Allah’ın âyetlerini şakaya almayın. 
            Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetleri   
           Ve sizi irşad etmek gayesiyle indirmiş olduğu 
          kitap ve hikmeti hatırlayın, dile getirin,   Allah’a karşı gelmekten sakının ve 
          Allah’ın her şeyi hakkiyla bildiğini pek iyi bilin. 
            Koca, eşini boşadıktan sonra, 
          evliliği devam ettirme gayesi ve ümidi yoksa, onu serbest bırakmalıdır 
          ki bir iddetle kurtulsun. Yoksa sırf ona zarar vermek için ilk 
          iddetin sonunda tekrar ona dönüp yine boşamak sûretiyle iki veya 
          üç kere iddet beklemeye mecbur bırakmak haram kılınıyor. 
            232 – 
          Ey kocalar! Eşlerinizi boşayıp da onlar da iddetlerini 
          tamamladıklarında, kendi aralarında meşrû surette 
          anlaşmaları durumunda, kocaları ile tekrar nikâhlanmaları 
          hususunda onlara baskı yapmayın.   İddet bitiminden sonra eşler tekrar 
          nikâhlanmak isterlerse, kadının akrabaları eski kocasına 
          dönmesini engellememelidirler. Ayrıca koca da üçüncü kere boşadığı 
          eşinin iddeti dolduktan sonra başka bir erkekle evlenmesine 
          mani olmamalıdır.   Sizden Allah’a ve âhiret gününe iman edenlere bununla 
          öğüt verilir.   Böyle yapmak, sizin için daha hayırlı, daha 
          nezihtir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.   233 – 
          Anneler, çocuklarını iki tam yıl emzirsinler. Bu, emzirmeyi 
          mükemmel şekliyle uygulamak isteyenler içindir.   Annelerin, münasip şekilde yiyeceğini giyeceğini 
          sağlamak, babanın görevidir.   Hiçbir kimse takatinin dışında bir görevle 
          yükümlü tutulmaz.   Çocuk yüzünden ne annesi, ne de babası zarar görmemelidir. 
            Babanın varisine de aynı vazife yaptırılır. 
             Fakat anne baba aralarında görüşüp anlaşmaya 
          vararak, iki yıldan önce, çocuklarını sütten kesmek isterlerse, 
          kendilerine bir vebal yoktur.   Şayet çocuklarınızı başkalarına 
          emzirtmek isterseniz,    Kendilerine vereceğiniz ücreti münasip tarzda ödemek 
          şartı ile, bunda da size vebal yoktur.    Bununla beraber Allah’a karşı gelmekten sakının 
          ve bilin ki Allah yaptığınız her şeyi görmektedir.[65, 
          7]   234 – Sizden 
          eşlerini geride bırakarak vefat edenlerin eşlerinin, 
          evlenebilmek için dört ay on gün iddet beklemeleri gerekir.   
           Onlar bu sürelerini tamamladıktan sonra, meşrû 
          surette kendi haklarında verecekleri karardan ötürü size bir sorumluluk 
          yoktur. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır. 
            Kocası vefat eden kadın, dört 
          ay on gün süre ile görücüye çıkmaz, süslenmez, başka erkeğe 
          nikâh edilmez. Bu süreyi kocasının evinde geçirmesi gerekir. 
          Gerek boşanma, gerek ölüm sebebiyle ayrılmadan sonra, iddet 
          bekleme zorunluluğu, hem kadın, hem de onun yakınları 
          için bir teselli ve alıştırma devresi olması sebebiyle, 
          psikolojik yönden faydalı bir uygulamadır.   235 – Sizden 
          bu hanımlarla evlenmeyi düşünenlerin bu müddet esnasında, 
          onlara bu niyetlerini çıtlatmalarında veya gönüllerinde tutmalarında 
          bir beis yoktur.   Allah sizin onları hatırınızdan geçireceğinizi 
          pek iyi bilmektedir.   Ancak meşrû sözler dışında, onlarla 
          gizlice buluşma hususunda sözleşmeyin.   Bekleme süresi sona ermeden nikâh akdine girişmeyin. 
            Allah’ın içinizde saklı olan her şeye hakkıyla 
          vakıf olduğunu bilerek O’nun emrine aykırı davranmaktan 
          sakının.   Hem de bilin ki Allah çok affedici, çok müsamahalıdır, 
          cezayı çabuklaştırmaz. [27,74; 
          60,1]   236 – Henüz 
          kendilerine dokunmadan veya mehir belirlemeden kadınları boşamanızda 
          size günah yoktur.   Zengin kudretince, eli dar olan kendi halince olmak üzere 
          onlara münasip tarzda müt’a versin.   İyiliği şiar edinenlere, bunu yapmak bir 
          borçtur.   237 – Bir 
          mehir belirlemiş olarak, kendilerine dokunmadan eşlerinizi 
          boşarsanız, bu takdirde belirlediğiniz mehrin yarısını 
          vermeniz gerekir.   Ancak eşler yahut nikâh bağı elinde bulunan 
          kocalar, gözütok davranırsa başka (Bu 
          durumda kadın mehrinden vazgeçebilir veya erkek mehrin tamamını 
          verebilir).   Ey kocalar, sizin bağışlamanız (müsamaha 
          gösterip mehrin tamamını bırakmanız) takvâya 
          daha uygun düşer.   Birbirinize lütuf ve mürüvvet göstermeyi unutmayın. 
          Allah sizin bütün işlediklerinizi görür.   238 – 
          Namazlara, hele salat-ı vustaya dikkat edin ve kalkın huşû 
          ile Allah’ın divanında durun.   Salat-ı 
          vûstâ hakkında farklı görüşler 
          vardır. Beş vakit namazdan her biri olma ihtimali üzerinde 
          durulmuştur.   Fakat çoğunluk, ikindi namazı 
          olduğu kanaatindedir. Zira ikindi namazı beş vaktin tam 
          ortasındadır. Gece ve gündüz meleklerinin toplanma zamanıdır. 
          Ayrıca günlük meşgalelerin en çok olduğu zamana rastlar. 
          Esasen bir hadis de bunu ifade etmektedir.   Fakat Kur’ân, müphem bırakmakla, bütün 
          namazlara dikkatle devama teşvik etmek istemiştir. 
            239 – 
          Eğer bir korku halinde iseniz yaya veya binek üzerinde namaz kılın. 
            Fakat güvenliğe çıktığınızda, 
          bilmediğiniz şeyleri size öğreten Allah’ın öğrettiği 
          gibi ibadetinizi ifa edin.   240 – 
          Sizden geride eşlerini bırakarak vefat edecek kocalar,  
            eşlerinin bir yıl süre ile evden çıkarılmayıp 
          geçimlerinin sağlanmasını şart koşacak şekilde 
          vasiyette bulunsunlar.   Şayet bunlar kendiliklerinden çıkarlarsa bu 
          durumda meşrû surette yapacakları şahsî davranışlarından 
          dolayı size vebal yoktur. Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet 
          sahibidir.   241 – 
          Boşanmış eşlere de münasip tarzda verilmesi gereken 
          bir müt’a vardır ki bu da haksızlıktan sakınan takvâlılara 
          bir borçtur.   242 – 
          Böylece, düşünesiniz diye Allah size âyetlerini iyice açıklar. 
            243 – 
          Baksana, sayıları binlerce olmasına rağmen  
          ölüm korkusuyla diyarlarını terkedip çıkan kimselere! 
            Allah onlara:“Ölün!” dedi sonra onları diriltti. 
            Doğrusu Allah insanlara lütûfkârdır, fakat insanların 
          çoğu şükretmezler.   Bunlar hakkında kesin olmayan rivayetler 
          vardır. Mühim olan şudur: Burada Cenab-ı Allah, bütün 
          bunları hatırlatırken ölümden, Allah’ın hükmü olan 
          vazifeden kaçıp kurtulmanın mümkün olmadığını 
          ve böyle yapanların, korktuklarına daha çabuk ve daha fecî 
          bir şekilde uğrayacaklarını, hülasa Allah’ın 
          hükmünden kurtulmak için ne ölümden kaçmanın, ne de ölüme koşmanın 
          akıl işi olmadığını bildirmek istemiştir. 
            244 – 
          Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah her şeyi işitir, 
          herşeyi hakkıyla bilir.   245 – 
          Kimdir o yiğit ki Allah’a güzelce ödünç verir, Allah da onun verdiğinin 
          mükâfatını kat kat artırır.   Allah rızkı kısar da, bollaştırır 
          da.   Zaten hepiniz döndürülüp O’na götürüleceksiniz. [5,12; 57,11.18; 64,17; 73,20] {KM, Süleymanın Meselleri 19,17} 
            246 – 
          Mûsâ’dan sonra İsrailoğullarının önderlerine dikkat 
          ettin mi?   O vakit onlar aralarındaki Peygambere:  
           “Ne olur, bize bir hükümdar tayin et de biz de Allah yolunda 
          cihad edelim” demişlerdi.   O cevaben: “Ya savaşma emri size farz kılınır, 
          siz de savaşmazsanız?” deyince   Onlar: “Ne diye Allah yolunda cihad etmeyelim ki  
            Vatanlarından çıkarılan biz,   
           Çoluk çocuğundan ayrı düşenler yine biziz.” 
            Fakat savaşma kendilerine farz kılınınca 
          içlerinden pek azı hariç, hepsi dönüverdiler.   Allah o zalimleri pek iyi bilir. [KM; 
          Çıkış 24, 1.9; Sayılar 11,16.24-25] 
            Bu olay, müminlere cihadın zorluklarını 
          anlatmak, dolayısıyla onları bu işi omuzlamaya hazırlamak 
          için anlatılmaktadır. İşaret edilen durum, muhtemelen 
          Samuel Peygamberle ilgilidir. M.Ö. 1000 yıllarında Amalika’lılar 
          İsrailoğullarına saldırıp ülkelerinin bir kısmını 
          işgal etmişlerdi. Halk Samuel’e başvurmuştu. (Bkz. 
          KM, Eski Ahit, I. Samuel, 7,8 ve 12. bölümler)   247 – 
          Peygamberleri onlara dedi ki: “Allah size hükümdar olarak Talut’u tayin 
          etti.”   Onlar ise: “Biz hükümdarlığa ondan daha lâyık 
          iken nasıl olur da o bize hükmedebilir ki!   Üstelik servetten de nasibi fazla değil!” dediler. 
            Peygamber şöyle cevap verdi: “Allah onu size üstün 
          kıldı, ona geniş ilim ve sağlam bir vücut verdi. 
            Allah hakimiyeti dilediğine verir.   Allah’ın lütfu boldur, her şey gibi kabiliyet 
          ve liyakatları da bilir.” [KM, I Samuel 
          9,17; 10,27; 9,2]   248 – 
          Peygamberleri devamla şöyle dedi: “Onun hükümdarlığının 
          alâmeti, size içinde Rabbinizden bir sekîne ile   Mûsâ ve Harun’un manevî mirasından bir bakiyyenin 
          bulunduğu    Ve meleklerce taşınan bir sandığın 
          gelmesidir.   Eğer iman etmeye niyetli iseniz bunda, elbette sizin 
          için delil vardır.” [KM, Çıkış 
          25,10; I Samuel 14,18;  II 
          Samuel 6,2]   249 – 
          Talut ordusunu harekete geçirip sefere çıkınca askerlerine 
          şöyle dedi:   “Allah sizi, bir ırmakla imtihan edecektir. İmdi 
          onun suyundan içen benden sayılmayacak;    Sadece avucuyla aldığı mikdar muaf olmak 
          üzere,    Kim onun suyunu tatmazsa o da benden sayılacaktır.” 
            Derken onların pek azı hariç, varır varmaz 
          ondan içtiler.   Talut ile yanındaki müminler ırmağı 
          geçince    O vakit beri yanda kalanlar “Bugün bizim Câlut ve ordusuna 
          karşı duracak takatimiz yoktur” dediler.    Ölümden sonra diriltilip Allah’ın huzuruna çıkacaklarını 
          bilenler ise şöyle dediler:   “Nice küçük topluluklar vardır ki, Allah’ın 
          izniyle, büyük cemaatlere galip gelmiştir.   Doğrusu Allah sabredenlerle beraberdir.” [KM, 
          Hakimler 7,4-7]   250 – 
          Talut’un beraberindeki müminler ise Câlut ile ordusuna karşı 
          çıkınca dediler ki:   “Ya Rabbenâ, üstümüze gürül gürül sabır yağdır, 
             Ayaklarımıza sebat ver ve kâfir topluluğa 
          karşı bizi muzaffer eyle!” [KM, 
          I Samuel 17,32-54]   251 – 
          Derken Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar. 
            Dâvud Câlut’u öldürdü,   Allah ona hükümdarlık ve hikmet verdi ve dilediği 
          birçok şey öğretti.   Eğer Allah bazı insanların şerrini 
          bazıları ile önlemeseydi dünyadaki nizam bozulurdu.  
           Lâkin Allah âlemlere büyük lütuf ve inayet sahibidir. 
          [KM, II Samuel 5,3. I Korintos.11,3] 
            Allah insanları irade sahibi olarak 
          yaratmıştır ve böyle yaratması sırf rahmet 
          ve hikmettir. Fakat bu iradeler serbest bırakılır da 
          birbirleriyle ölçülü hale getirilmez ve hiçbir direnişle karşılaşmazlarsa, 
          çalışma zahmetine katlanmaz, önüne geleni çiğnemeye çalışırlar. 
             Savunma ve karşı koyma olmayınca 
          da saldırı, yolların en kısası ve doğru 
          yol olmuş olur. O zaman da insan adına bir şey kalmaz, 
          yeryüzünün nizamı bozulur. Ama Allah bu bozulmaya razı olmaz. 
          Düzenin, bozukluğu ortadan kaldırması için, hayırlı 
          insanların, bozgunculuk çıkaranları defetmeleri lâzımdır. 
            252 – 
          İşte bunlar Allah’ın âyetleri olup Biz sana onları 
          dosdoğru bildiriyoruz.   Sen elbette gönderilen resûllerdensin.   253 – 
          İşte şimdiye kadar zikrettiğimiz resullerden kimini 
          kimine üstün kıldık.   Allah onlardan bazısına hitap buyurdu, bazısını 
          birçok derecelerle yükseltti.   Meryem’in oğlu Îsâ’ya da o açık belgeleri, mûcizeleri 
          verdik ve onu Rûhulkudüs ile destekledik.   Eğer Allah dileseydi, kendilerine açık delillerin 
          gelmesine rağmen, onların, peşlerinden gelenler birbirleriyle 
          savaşmazlardı.   Lâkin ihtilafa düştüler de onlardan bir kısmı 
          iman, bir kısmı ise inkâr etti.   Şayet Allah dileseydi onlar birbirleri ile savaşmazlardı, 
          lâkin şu var ki Allah dilediği her şeyi yapar. [17,55] 
            254 – 
          Ey iman edenler! Ne alışverişin, ne bir dosttan yardım 
          beklemenin, ne de bir kimseden şefaat ummanın mümkün olmadığı 
          bir gün gelmeden önce, sizi rızıklandırdığımız 
          şeylerden harcayın.   Kâfirler, zalimlerin ta kendileridir. [2,101] 
            255 – 
          Allah o İlahtır ki Kendisinden başka ilah yoktur.  
            Haydır, kayyûmdur kendisini ne bir uyuklama, ne uyku 
          tutamaz.   Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur.   İzni olmadan huzurunda şefaat etmek kimin haddine? 
            Yarattığı mahlûkların önünde ardında 
          ne var, hepsini bilir.   Mahlûklar ise O’nun dilediğinden başka, ilminden 
          hiçbir şey kavrayamazlar.   O’nun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır. 
            Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na ağır gelmez, 
          O öyle ulu, öyle büyüktür. [19,93-95; 53,26; 
          21,28; 20,110] [KM, Tesniye 5,26; 
          Tekvin 21,33; Çıkış 3,15]   Hay: Her zaman var olan, diri olan, ezelî ve ebedî hayat sahibi. 
            Kayyûm: Kendi zâtı ile var olup, zeval bulmayan ve bütün kâinatı 
          varlıkta tutup onları yöneten, demektir.   Bu âyete Âyetü’l-kürsî denilir. Bu ayet, 
          Allah’ın hükümranlığının son derece açık 
          ve özet bir anlatımını ihtiva eder. Fazilet ve sevabına 
          dair hadisler vardır. Ezcümle: “Kur’ân’da en büyük âyet, Âyetü’l-kürsî’dir. 
          Bunu kim okursa Allah o saat bir melek gönderir, ertesi güne kadar iyiliklerini 
          yazar ve günahlarını siler. İçinde okunduğu evi 
          şeytan otuz gün terkeder. O eve kırk gün sihir ve sihirbaz 
          giremez. Ey Alî! Bunu evladına, ailene ve komşularına 
          öğret”   256 – 
          Dinde zorlama yoktur.   Doğru yol, sapıklıktan, hak batıldan 
          ayrılıp belli olmuştur.   Artık kim tağutu reddedip Allah’a iman ederse, 
             işte o, kopması mümkün olmayan en sağlam 
          tutamağa yapışmıştır. Allah her şeyi 
          işitir, bilir. {KM, Matta 10,34; Luka 
          19,27; I Korintos 15,25}   Dini, kişinin kendi tercihi ile seçmesi 
          gerekir. Dinin özelliği zorlamak değil, bilakis zorlamadan 
          korumaktır.   257 – 
          Allah iman edenlerin yardımcısıdır, onları 
          karanlıklardan aydınlığa çıkarır. 
            İnkâr edenlerin dostları ise tağutlar olup 
          onları aydınlıktan karanlıklara götürürler. 
            İşte onlar cehennemlik kimselerdir ki orada 
          ebedi kalacaklardır. [5, 16; 6,1-153; 
          14,1.5; 33,43; 57,9; 65,11]   258 – 
          Allah kendisine hükümdarlık verdiği için şımararak 
          Rabbi hakkında İbrâhim ile tartışan kişinin 
          haline bir baksana!   İbrâhim ona: “Benim Rabbim hayatı veren ve hayatı 
          alandır” deyince O: “Ben de yaşatır ve öldürürüm” dedi. 
            Bunun üzerine İbrâhim: İşte Allah güneşi 
          doğudan doğuruyor, haydi sen de batıdan doğdur bakalım”, 
          der demez kâfir donakaldı.   Zaten Allah zalimleri hidayet etmez, emellerine kavuşturmaz. 
          {KM, Tesniye 32,39}   259 – Yahut 
          şu kimsenin hali gibi ki o bir şehre uğramıştı. 
            Şehrin altı üstüne gelmiş, ıpıssız 
          yatıyordu.   “Allah burayı bu ölümünden sonra nasıl diriltecek?” 
          dedi.   Bunun üzerine Allah onu yüz yıl boyunca öldürüp sonra 
          diriltti.   “Ölü vaziyette ne kadar kaldın?” diye sorunca o: 
          “Bir gün veya daha az” diye cevap verdi.    Allah ona: “Hayır! yüz sene kaldın.  
           İşte yiyeceğine ve içeceğine bak henüz 
          bozulmamış.   Bir de merkebine bak! (Kemikleri nasıl birbirinden 
          ayrılmış) seni de insanlara canlı bir delil yapmak 
          için öldürüp dirilttik.    Hele o kemiklere dikkat et, onları nasıl birleştirip 
          yerli yerine koyuyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz!”  
           Böylece işin gerçeği kendisine tam mânasıyla 
          belli olunca:   “Artık pek iyi biliyorum ki Allah her şeye kadirdir” 
          dedi. {KM, Hezekiel 37,6}   260 – 
          Bir vakit de İbrâhim: “Ya Rabbi, ölüleri nasıl dirilteceğini 
          bana gösterir misin?” demişti.   Allah: “Ne o, yoksa buna inanmadın mı?” dedi. 
            İbrâhim: “Elbette inandım, lâkin sırf kalbim 
          tatmin olsun diye bunu istedim” diye cevap verdi.   Allah ona: “Dört kuş tut, onları kendine alıştır. 
          Sonra kesip her dağın başına onlardan birer parça 
          koy.   Sonra da onları çağır. Koşa koşa 
          sana geleceklerdir. İyi bil ki Allah azizdir, hakîmdir. (üstün 
          kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir). {KM, 
          Tekvin 15,9-10.17}   261 – 
          Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak 
          verip her başağında yüz tane bulunan bir tanenin haline 
          benzer.   Allah dilediğine kat kat fazlasını da verir. 
          Allah’ın lütfu geniştir, ilmi her şeyi kaplar.  
           262 – Mallarını 
          Allah yolunda harcayıp da infaklarının ardından 
          minnet etmeyenler, rahatsızlık vermeyenler yok mu!  
           İşte onların Rab’leri katında mükâfatları 
          vardır.    Onlara hiç bir endişe yoktur ve onlar üzüntü de duymayacaklardır. 
            263 – Bir 
          tatlı söz, bir kusur bağışlama, peşinden incitme 
          gelen maddî yardımdan (sadakadan) çok daha iyidir.  
           Zira Allah ganî ve halîmdir (sizin sadakalarınıza 
          muhtaç değildir, çok müsamahalı olup cezayı çabuk vermez). 
            264 – 
          Ey iman edenler! Sadaka verdiğiniz kimselere minnet etmek, incitmek 
          sûretiyle o sadakalarınızı boşa çıkarmayın. 
            Allah’a da, âhirete de inanmadığı halde 
          sırf insanlara gösteriş yapmak için malını harcayan 
          kimsenin durumuna düşmeyin.   Onun durumu, üzerinde toprak bulunan kaygan bir kayaya 
          benzer ki, şiddetli bir yağmur olur olmaz toprağı 
          kayıverir, cascavlak kalır.   Öyleleri işledikleri hiçbir şeyden sevap ve 
          mükâfat elde edemezler.   Zira Allah inkârcılar gürûhunu hidayet etmez, emellerine 
          kavuşturmaz. [4,38.142] {KM, Matta 
          6,2.5; II Korintos 9,7}   265 – 
          Allah’ın rızasını kollamak    Ve ruhlarındaki imanı kökleştirmek için 
             Mallarını harcayanların durumu ise,  
            Bir tepedeki güzel bir bahçenin haline benzer.  
           Bir bahçe ki ona bol yağmur yağar, meyvelerini 
          iki kat verir.   Bol yağmur düşmese de hafif bir yağmur, 
          bir çisinti de yetişir.   Allah ne yaparsanız hepsini görür.   266 – 
          Sizden herhangi biriniz hiç arzu eder mi ki:   Kendisinin hurmalığı ve üzüm bağı 
          bulunsun:   Bahçede dereler akıyor, içinde her türlü mahsulatı 
          bulunuyor.   Ama kendisinin üstüne de ihtiyarlık çökmüş ve 
          elleri ermez, güçleri yetmez, bakıma muhtaç küçük çocukları 
          var.   Derken… ateşli bir kasırga kopsun da bağı 
          kasıp kavursun?   İşte Allah âyetlerini size böyle apaçık 
          bildirir. Olur ki iyi düşünürsünüz. [59,21] 
            267 – 
          Ey iman edenler! Kazandığınız şeylerin ve yerden 
          sizin faydanız için bitirdiğimiz ürünlerin    Temiz ve güzel olanlarından Allah yolunda harcayın. 
            Siz göz yummadan, içinize yatmaksızın almayacağınız 
          bayağı şeyleri vermeye kalkmayın.   İyi bilin ki: Allah ganidir, hamîddir (kimseye ihtiyacı 
          yoktur, bütün övgülere layıktır). 
          [22,37]   268 – Şeytan 
          sizi fakir olacaksınız diye korkutur, sizi cimriliğe 
          ve çirkin şeylere teşvik eder.   Allah ise kendi katından bir af ve lütuf vaad buyurur. 
            Allahın ihsanı geniştir, her şeyi 
          hakkıyla bilir.   269 – 
          O hikmeti dilediğine verir.   Kime hikmet nasib edilmişse, doğrusu, büyük 
          bir hayra mazhar olmuştur.   Ancak tam akıllı olanlar gerçekleri anlar ve 
          düşünürler.   270 – 
          Harcadığınız her şeyi, adadığınız 
          her adağı, Allah mutlaka bilir ve mükâfatını verir. 
            Fakat zalimlerin âhiret’te yardımcıları 
          olmaz.   271 – 
          Allah rızası için yaptığınız maddî yardımlarınızı 
          açıkça verirseniz ne güzel!   Ama bu hayırlarınızı saklı tutar 
          ve muhtaçlara ulaştırırsanız,    Bu sizin için daha hayırlı olur   
           Ve Allah bu sebeple bir kısım günahlarınızı 
          affeder.   Allah, yaptığınız bütün şeylerden 
          haberdardır.   Zekâtı açıktan, diğer yardımları 
          ve sadakaları ise gizli vermek en iyisidir. Aynı prensip diğer 
          ibadetler için de geçerlidir. Farzlar, teşvik için, açıktan 
          yapılmalıdır.   272 – 
          Onları hak yola getirmek senin görevin değil, lâkin Allah’tır 
          ki dilediğini doğru yola getirir.   Hayır olarak yaptığınız her harcama 
          sadece kendiniz içindir.    Zaten siz Allah rızasını aramaktan başka 
          bir gaye ile infak etmezsiniz.   İşlediğiniz her hayrın mükâfatı 
          size tamamen verilir ve sizin hakkınız yenmez. [6,52; 
          18,28; 30,38-39; 76,9]   273 – 
          Bu yardımlar, kendilerini Allah yoluna vakfeden yoksullar içindir. 
            Bunlar yeryüzünde dolaşıp geçimlerini sağlama 
          imkânı bulamazlar.   Halktan istemekten geri durmaları sebebiyle, onların 
          gerçek hallerini bilmeyen kimse, onları zengin sanır. 
            Ey Resûlüm, sen onları simâlarından tanırsın. 
            Onlar yüzsüzlük ederek halktan bir şey istemezler. 
            Şunu bilin ki, hayır adına her ne verirseniz 
          mutlaka Allah onu bilir.   Sadakalar din uğrunda kendilerini ilime, 
          cihada adamış, Allah yolunda meşguliyetlerinden veya 
          hastalık ve acizlik gibi engellerden dolayı nafakalarını 
          kazanamayan fakirler içindir.   Bu âyet’te Allah Teâla, kendilerini tamamen 
          İslâm hizmetine adamış, bu sebeple geçimlerini kazanamayan 
          müminlere yardımcı olunmasını istemektedir. Ashab-ı 
          Suffa (r.a) bu sınıfın başında gelirdi. Efendimiz 
          (a.s.m) onlara İslâmı öğretir, başkalarına 
          da öğretmek ve diğer hizmetler için onları hazır 
          kuvvet olarak bulundururdu.   274 – 
          Mallarını gece ve gündüz, gizli ve âşikâr olarak hayra 
          harcayanlar var ya!   İşte onların Rab’leri katında mükâfatları 
          vardır.   Onlara korku yoktur ve onlar asla üzülmeyeceklerdir. 
            Bu âyet’te teşvik edilen hayırlardan, 
          birinci derecede zekât kasdedilir. İslâmın emrettiği 
          şekilde zekât noksansız verilirse fakirlik son derece azalır. 
          Ancak zekâtın harcanacağı yerler sınırlı 
          olduğundan, zekât sarfedilmeyen yerlere ayrıca teberrûlar 
          yapılır. Hayır dernekleri ve vakıflar bunların 
          başında gelir.   275 – 
          Faiz yiyenler tıpkı şeytanın çarptığı 
          kimsenin uykudan kalkışı gibi kalkarlar.  
           Bu, onların “Alış veriş de faiz gibidir” 
          demelerindendir.   Halbuki Allah alış  
          verişi mübah, faizi ise haram kılmıştır. 
            Her kime Rabbinden bir talimat gelir, o da faizden vazgeçerse, 
          daha önce yaptığı muamele kendisi için geçerlidir, hakkındaki 
          hüküm de Allah’a aittir.   Her kim tekrar faizciliğe başlarsa, işte 
          onlar cehennemliktir, hem de orada ebedi kalacaklardır. {KM, 
          Çıkış 22,24; Levililer 25,36-37; Tesniye 23,20} 
            Tarihe bakılırsa anlaşılır 
          ki: İnsan toplumlarındaki bütün karışıklıkların, 
          ihtilafların sebebi şu iki kelimedir: 1-”Sen çalış 
          ben yiyeyim.” 2- “Ben doyduktan sonra, başkasının ne 
          hali varsa görsün.” İslâm birinci tutumu faizi haram kılarak, 
          ikinciyi zekâtı farz kılarak ortadan kaldırır. Topluma 
          huzur, barış, denge ve refah getirir.    Faizi alan da, veren de psikolojik ve sinirsel 
          yönden yıpranır. Faizle para verenin aklı fikri parasında 
          kalır, parasının dönmemesi tehlikesini yaşar. Borçlu 
          ise paranın aslını ödemesi bile zorken, üstelik ağır 
          bir faiz yükü ödeme angaryası sebebiyle yıpranır. Tansiyon 
          ve kalb rahatsızlığı durumları ortaya çıkabilir. 
          İktisat uzmanlarına göre kazanç yolları dört olup bunlardan 
          üçü üretken, dördüncüsü değildir. Emek, sanat ve ticaret, bir de 
          risk faktörü üretkendir. Zira eşyayı üretim yerinden tüketim 
          yerlerine sevketmekle riske mâruz kalır, değeri artar. Dördüncü 
          yol faiz olup üretken değildir. Faizde risk yoktur. Zira borç, 
          zarar tehlikesine mâruz değildir. Geri dönmesi garantili sayılmaktadır. 
          Emek, zekâ ve maharetin semereleri, faiz kanallarından faizcilerin 
          ellerinde toplanarak servet, tekelleşmeye gider. Fakirlik, işsizlik 
          artar. İşsizlerde öfke yükselir, yağma hevesi ortaya 
          çıkar. Toplumsal patlama başlayınca, faizciler cin çarpmış 
          gibi sendeler, bütün emelleri altüst olur.   276 – 
          Allah faizin bereketini eksiltir, zekât ve sadakaları ise nemalandırır. 
             Hem Allah kâfirlikte ileri giden, günahta ısrarlı 
          hiç bir kimseyi sevmez.   277 – İman 
          eden, makbul ve güzel işler yapanların, namazı hakkıyla 
          ifa eden, zekât verenlerin...   İşte onların, Rab’leri nezdinde mükâfatları 
          vardır.   Onlar için hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. 
          [5,100; 8,37; 30,39]   278 – 
          Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının 
          ve eğer mümin iseniz geri kalan faizi terkedin.   279 – 
          Eğer böyle yapmazsanız Allah ve Resûlü tarafından size 
          savaş açıldığını biliniz.  
           Eğer faizcilikten tevbe ederseniz, sermayeleriniz 
          sizindir.   Böylece ne haksızlık eder, ne de haksızlığa 
          uğrarsınız.   280 – Eğer 
          borçlu sıkıntıda ise, kolaylığa çıkıncaya 
          kadar ona mühlet verin.   Şayet bilirseniz, alacağınızı 
          bağışlamanız sizin için daha da hayırlıdır. 
            281 – Öyle 
          bir günde rüsvaylıktan sakının ki,   O gün Allah’ın huzuruna çıkarılacaksınız, 
             Sonra her kişiye kazandığının 
          karşılığı tamamen ödenecek    Ve kendilerine asla haksızlık edilmeyecektir. 
            282 – 
          Ey iman edenler! Belirli bir vâdeye kadar birbirinize borç verdiğiniz 
          zaman onu kaydedin.   Aranızda doğrulukla tanınmış 
          bir kâtip onu yazsın.   Kâtip, Allah’ın kendisine öğrettiği gibi 
          (adalete uygun olarak) yazmaktan kaçınmasın da yazsın. 
             Üzerinde hak olan borçlu kişi akdi yazdırsın, 
          Rabbi olan Allah’tan sakınsın da borcundan hiçbir şey 
          noksan bırakmasın.   Eğer üzerinde hak olan borçlu, akılca noksan 
          veya küçük veya yazdırmaktan âciz bir kimse ise,    Onun velisi adalet ölçüleri içinde yazdırsın. 
            İçinizden iki erkek şahit de tutun.  
           İki erkek bulunmazsa o zaman doğruluklarından 
          emin olduğunuz bir erkek ile iki kadının şahitliğini 
          alın.   (Bir erkek yerine iki kadının şahit olmasına 
          sebep) birinin unutması halinde ikincisinin hatırlatmasına 
          imkân vermek içindir.   Şahitler çağırıldıklarında, 
          şahitlikten kaçınmasınlar.   Siz yazanlar da, borç az olsun, çok olsun, vâdesiyle birlikte 
          yazmaktan üşenmeyin.   Böyle yapmak, Allah katında daha âdil, şahitliği 
          ifa etmek için daha sağlam ve şüpheyi gidermek için daha uygun 
          bir yoldur.   Ancak aranızda hemen alıp vereceğiniz peşin 
          bir ticaret olursa, onu yazmamakta size bir günah yoktur.  
           Alış veriş yaptığınız 
          zaman da şahit tutun.   Ne kâtip, ne de şahit asla mağdur edilmesin. 
            Bunu yapar, zarar verirseniz, doğru yoldan ayrılmış, 
          Allah’a itaatin dışına çıkmış olursunuz. 
          Allah’a itaatsizlikten sakının.   Allah size en uygun tutumu öğretiyor. Çünkü Allah 
          her şeyi hakkıyla bilir. [8,29; 
          57,28] {KM, Tesniye 19,15.Matta 18,16; Yuhanna 8,17}   Kadınlarda duygusallık kuvvetli, 
          hafıza kuvveti erkeklere göre biraz daha azdır. Hafızası 
          erkeklerin çoğundan kuvvetli olan bazı kadınlar bulunabilir. 
          Fakat hüküm kişilere göre değil, cinse göre, genel duruma 
          göre verilir. Onun için, tek kadın değil de iki kadın 
          şartı aranmaktadır. Fakat bu hüküm, genelde kadınların 
          meşguliyet alanları olmayan ticaret alanındadır. 
          Yoksa erkeklerin alanına girmeyen sahalarda tek başına 
          iki kadının, hatta duruma göre tek kadının şahitliği 
          yeterli sayılır.   Kur’ân-ı Kerim’in bu âyet’i, nüzül 
          ortamından çok ileri bir safhada insanlığın varacağı 
          hukukî ve ticarî kurumları gözönünde bulundurmuş ve noterlik 
          kurumunu tesis etmiştir. Okuma yazma bilenlerin bile son derece 
          az olduğu, yazı malzemesi olarak kâğıdın bile 
          bulunmadığı bir ortamda, çok ileri medenî toplumlarda 
          ihtiyaç duyulacak kurumları başlatmak, Kur’ân’ın evrensel 
          boyutunun delillerinden biridir.    Hakların böylece kaydedilmesinden şu 
          üç fayda elde edilir: 1. Adalete ve istikamete en uygun iş yapılır. 
          2. Şahitliğin ifası en güzel şekilde yapılır. 
          3. Şüpheyi gidermede en uygun yol seçilmiş olur.  
           283 – Eğer 
          yolculuk halinde iseniz ve kâtip bulamazsanız, o takdirde borç 
          karşılığına rehin alırsınız. 
            Şayet kiminiz kiminize itimad ederse,  
           güvenilen kimse Rabbi olan Allah’tan korksun da  
            Üzerindeki emaneti ödesin.   Bir de şahitliği, görüp bildiğinizi gizlemeyin. 
            Bildiğini gizleyenin kalbi günahkâr olur.  
           Allah her ne yaparsanız bilir. [5,106; 
          4,135]   284 – 
          Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır.   
           Ey insanlar! Siz içinizdeki şeyleri açığa 
          vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onlardan dolayı hesaba 
          çeker.   Sonra dilediğini affeder, dilediğini azaba uğratır. 
            Doğrusu Allah her şeye kadirdir.  
           Bu âyet Bakara sûresinin dördüncü maksadı 
          olan  “ihsan” maksadını 
          gerçekleştirir. Böylece, şimdiye kadar bildirilen hükümlerin 
          müeyyidesi, yani dayandığı kuvvet belirtilir. Sûre mukaddimeden 
          sonra iman hakikatlerini, İslâma dâveti ihtiva etmişti. Din 
          binasının çatısı ve en güzel süsü ise, Allah’ı 
          görüyorcasına bir hayat sürmek, ihsan makamına çıkmaktır. 
            285 – 
          Peygamber, Rabbi tarafından kendisine ne indirildi ise ona iman 
          etti, müminler de.   Onlardan her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına 
          ve resullerine iman etti.   “O’nun resullerinden hiç birini diğerinden ayırt 
          etmeyiz” dediler ve eklediler:   “İşittik ve itaat ettik ya Rabbenâ, affını 
          dileriz, dönüşümüz Sanadır”. 
            286 – Allah 
          hiç bir kimseyi güç yetiremeyeceği bir şekilde yükümlü tutmaz. 
            Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine, 
          işlediği fenalık da kendi aleyhinedir.   Ya Rabbenâ! Eğer unuttuk veya kasıtsız 
          olarak yanlış yaptıysak bundan dolayı bizi sorumlu 
          tutma.   Ya Rabbenâ! Bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır 
          yük yükleme.   Ya Rabbenâ! Takat getiremeyeceğimiz şeylerle 
          bizi yükümlü tutma.   Affet bizi, lütfen bağışla kusurlarımızı, 
          merhamet buyur bize!   Sensin Mevlâmız, yardımcımız! Kâfir 
          topluluklara karşı Sen yardım eyle bize! [6,152; 
          7,42; 23,62]   Bu iki âyet, bu uzun sûrenin hatimesidir. 
          Dinin bütün esaslarına temas edildikten sonra sıra mühür basmaya 
          gelmiştir. Sûrenin mukaddimesinde, bu Kitaba iman edip emirlerini 
          tutacak olanların hidâyet ve felah bulacakları bildirilmişti. 
          İşte hatimesi de ona iman eden cemaatın oluştuğunu 
          ve Rablerinin onlara karşı muamelesini bildirmektedir. 
            Hz. Peygamber (a.s.m), bu hatimenin faziletine 
          dikkat çeken hadisler buyurmuştur: 1.”Her kim geceleyin Bakara 
          sûresinden bu iki âyeti okursa ona yeter.” 2.Allah Teâla Bakara sûresini 
          iki âyetle sona erdirdi ki, bunları bana, Arş’ın altındaki 
          bir hazineden verdi. Bunları öğreniniz, kadınlarınıza, 
          oğullarınıza belletiniz, öğretiniz. Çünkü bunlar 
          hem salattır (namazdır), hem duadır, hem Kur’ân’dır.” 
          3.Hz. Ömer ile Hz. Ali (r.a) demişlerdir ki: “Aklı başında 
          hiçbir adam görmezdim ki, Bakara sûresinin sonundaki bu âyetleri okumadan 
          uyusun.” 
 |