KUR'AN-I KERİM İNDEKS

2 – BAKARA SÛRESİ (201-286)

201 – Bazıları da, “Ey bizim kerim Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ve güzellik ver, âhirette de iyilik ve güzellik ver,

Ve bizi cehennem ateşinden koru” derler. [22,72]

202 – İşte bunlar kazandıkları şeylerin hayır ve bereketlerini fazlasıyla görürler.

Allah hesabı çok çabuk görür.

203 – O sayılı günlerde tekbir getirerek Allah’ı zikredin.

Kim acele edip iki günde dönerse ona vebal yoktur.

Kim geri kalırsa, günahlardan korunduğu takdirde, ona da vebal yok.

Allah’a karşı gelmekten korunun ve bilin ki

Hepiniz neticede diriltilip O’nun huzurunda toplanacaksınız.

Sayılı günler: teşrik günleridir. Teşrik: yüksek sesle tekbir almaktır. Bu günler, kurban bayramının Arefe günü sabahından 4. günü ikindi vaktine kadardır. (9-13 Zilhicce) Sadece bayramın 2,3 ve 4. günleri olarak da tefsir edilmiştir.

204 – İnsanlardan öylesi vardır ki dünya hayatına dair sözleri senin hoşuna gider.

Üstelik sözünün özüne uyduğuna Allah’ı da şahit gösterir.

Halbuki gerçekte o düşmanların en yamanıdır.

205 – Senin yanından ayrılınca, ülkede fesat çıkarmaya çalışır,

Ürünleri ve nesilleri mahvetmek için uğraşır.

Allah, elbette fesadı (bozgunculuğu) sevmez.

Bu âyette ülkenin istikbalinin en önemli iki rüknüne dikkat çekilmektedir. Maddî hayatın, ekonomik hayatın esası ürün, manevî hayatın esası ise yeni nesillerin iyi yetiştirilip eğitilmesidir.

206 – O adama: “Allah’tan kork da fesat çıkarma!” denildiğinde,

Kendini benlik ve gurur kaplar ve bu, onu daha fazla günaha sürükler.

Böylesinin hakkından cehennem gelir.

Gerçekten ne fena yataktır o cehennem!

207 – İnsanlardan öylesi de vardır ki Allah’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder.

Allah da kullarına pek merhametlidir.

208 – Ey iman edenler! Hepiniz toptan barış ve selamete girin de şeytanın adımlarını izlemeyin.

Çünkü o, sizin aranızı açan belli bir düşmandır.

209 – Eğer size bunca gerçekler, açık deliller geldikten sonra haktan ayrılırsanız,

İyi bilin ki: Allah son derece güçlü ve onurlu, tam hüküm ve hikmet sahibidir.

210 – Şeytanın peşinden gidenler ne bekliyorlar?

Onlar akılları sıra, buluttan gölgelikler içinde Allah’ın ve meleklerin gelip,

Haklarındaki hükmün verilmesini, işlerinin bitirilivermesini mi bekliyorlar?

Bütün işler ve hükümler Allah’a aittir. (O insanların keyfine göre iş yapmaz, Kendi bildiğini işler). {KM, Çıkış 19,18; 34,5; Tesniye 4,12}

211 – Sor İsrailoğullarına, onlara nice açık belgeler verdik!

Her kim, Allah’ın kendisine lütfetmiş olduğu nimeti değiştirirse, iyice bilsin ki Allah’ın cezası pek şiddetlidir. [14,28]

212 – Kâfirlere dünya hayatı süslü gösterildi; Bu yüzden iman edenlerle eğlenirler.

Halbuki Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, kıyamet günü öbürlerinin üstündedir.

Allah dilediğine hesapsız nimetler verir.

213 – Bütün insanlar bir tek ümmet teşkil ediyorlardı.

Aralarında ihtilaflar başlayınca, Allah onlara içlerinden müjdeleyici ve uyarıcı  olarak peygamberler gönderdi.

Onların beraberinde, insanlar arasında hükmetmek için, kitap ve hikmeti gönderdi ki, ihtilaf ettikleri konularda aralarında hükmetsin.

Halbuki, o meselelerde anlaşmazlığa düşenler, kendilerine apaçık âyetlerimiz geldikten sonra,

Sırf aralarındaki haset yüzünden ihtilafa düşen Ehl-i kitaptan başkası değildi.

Allah da, onların hakkında ihtilaf ettikleri gerçeği, Kendi izni ile bu iman edenlere bildirdi.

Öyle ya, Allah dilediğini doğru yola eriştirir. [10,19]

İnsanlar dünyaya geldikleri ilk andan itibaren dinsiz ve toplumsuz yaşamış değildirler. Allah insan toplumlarını irşad edecek peygamberler ve kitaplar göndermiş, fakat zamanın geçmesiyle insanlar ihtilafa düşünce yeni peygamberler görevlendirmiştir. Neticede, çeşitli milletlere anlatılan hakikat tekrar anlaşılmaz olunca, bütün milletlere, bütün insanlığa hakkı anlatacak, hepsini “müşterek hak söze” (Ali İmran, 64) dâvet edecek son Peygamberin zuhur ettiğini bu âyet bildirmektedir.

214 – Yoksa siz, daha önce geçmiş ümmetlerin başlarına gelen durumlara mâruz kalmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?

Onlar öyle ezici mihnetlere, öyle zorluklara dûçar oldular, öyle şiddetle sarsıldılar ki,

Peygamber ile yanındaki müminler bile “Allah’ın vaad ettiği yardım ne zaman yetişecek?” diyecek duruma geldiler.

İyi bilin ki Allah’ın yardımı yakındır.

Bu âyet, ilahi terbiye metodunu açıklamaktadır. Allah’ın rızası ve cenneti ucuz değildir. Gayret, sabır ve sebat imtihanlarından geçmek, böylece pişip bir kıvama ermek gerekir. Allah bu dünyaya sa’y (çalışma) kanununu koymuştur, atalete ve gevşemeye yer yoktur. İşlemeyen demir pas tutar çürür, işleyen demir ışıldar. Dünya rahat yeri değil, hizmet yeridir. Mükâfat yurdu ise âhirettir. Rahat yeri olsaydı Allah en seçkin kulları olan Peygamberlerini burada rahat ettirirdi. Âyet başta Asr-ı saadetteki ashab olarak, kıyamete kadar gelecek müminlerin himmetlerini kamçılamaktadır.

215 – Sana Allah yolunda kimlere ve ne harcayacaklarını sorarlar.

De ki: İnfak edeceğiniz mal anne baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmış gariplere gidecektir.

Hayır olarak daha ne yaparsanız Allah muhakkak onu bilir.

216 – Hoşlanmasanız da savaş size farz kılındı.

Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı olur.

Olur ki sevip arzu ettiğiniz bir şey sizin için şerli olur.

Gerçeği Allah bilir, siz bilmezsiniz.

217 – Sana hürmetli ayı ve bu ayda savaşmanın hükmünü sorarlar.

De ki: “O ayda savaşmak büyük bir günahtır.

Fakat insanları Allah yolundan engellemek,

Allah’ı inkâr etmek,

Mescid-i Haram’ı ziyareti yasaklamak,

O mescidin cemaatini yani müslümanları oradan çıkarmak ise,

Allah nazarında daha büyük günahtır.

Dinden döndürmek için işkence, öldürmekten beterdir.

Kâfirler, ellerinden gelse, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaktan geri durmazlar.

Sizden her kim dininden döner ve kâfirlikte devam ederek ölürse, işte onların dünyada da,

Âhirette de yaptıkları boşa gider.

Bunlar cehennemlik olup orada ebedî kalacaklardır.

218 – Onlar ki iman ettiler,

Sonra hicret ettiler

Ve onlar ki Allah yolunda cihad ettiler...

İşte onlar Allah’ın rahmetlerini umarlar.

Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.

219 – Sana şarap ve kumar hakkındaki hükmü sorarlar.

De ki: İkisinde de hem büyük günah, hem de insanlara bazı menfaatler vardır.

Fakat günahları faydalarından daha çoktur.

Bir de senden ne infak edeceklerini sorarlar.

De ki: İhtiyacınızdan artanı harcayın.

Böylece Allah size âyetlerini açıklıyor ki dünya ve âhiret hakkında düşünesiniz. [5,90,91; 4,43] {KM, Tekvin 27,28; Tesniye 11,14; Sayılar 28,14}

Sarhoş edici içkilerle kumar hakkında açık yasaklama bu âyetle başlamıştır. Daha sonra sarhoşken namaz kılma yasaklanmış (4,43), nihaî olarak da kayıtsız olarak haram kılınmıştır. (5,90,91)

220 – Sana yetimler hakkında da soru sorarlar.

De ki: Onların gerek kendilerini, gerek mallarını iyileştirip geliştirmek, elbette hayırlı bir iştir.

Eğer onlara sahip çıkmak için kendileriyle beraber oturmak isterseniz bu da mümkündür; Zira onlar sizin kardeşlerinizdir.

Allah kimin iyileştirme gayesi güttüğünü, kimin de işi bozmayı düşündüğünü pek iyi bilir.

Şayet Allah dileseydi sizi zora koşardı. Muhakkak ki Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir.

221 – Müşrik kadınlar iman etmedikçe onlarla evlenmeyin.

Mümin bir cariye, çok hoşunuza giden müşrik bir kadından daha hayırlıdır.

Mümin kadınları da, onlar iman etmedikçe, müşriklere nikâhlamayınız;

Mümin bir köle hoşunuza giden bir müşrikten daha hayırlıdır.

Müşrikler sizi cehenneme dâvet ederler. Allah ise sizi kendi izniyle, cennete ve mağfirete dâvet eder

ve üzerinde düşünüp gerekli dersi alsınlar diye âyetlerini insanlara açıklar. [2,96; 5,5; 60,10] {KM, Çıkış 9,12; Tesniye 7,3-4}

222 – Bir de sana kadınların ay halini sorarlar.

De ki: Bu, bir rahatsızlıktır, Onun için, âdet sırasında kadınlardan geri durun ve onlar temizleninceye kadar, kendilerine cinsel yaklaşmada bulunmayın.

Temizlendikten sonra, Allah’ın izin verdiği şekilde onlara yaklaşın.

Allah tövbe ile kendisine dönenleri sever, temizlenenleri de sever. {KM, Levililer 15,19-30; Hezekiel 18,6}

Cahiliye Arapları ve yahudileri âdet gören kadınlarla birlikte durmaz, beraber yemek bile yemezlerdi. Hıristiyanlar ise ay haline hiç önem vermez, cinsel ilişkide bile bulunurlar. İslâm istikamet ve itidali gösteriyor. Bir nevi hastalık olan o durumda, cinsel ilişkiden kadınları uzak tutup istirahat ettirir. Namaz ve oruçla yükümlü tutmaz.

223 – Eşleriniz sizin nesil yetiştiren tarlanızdır. Tarlanıza dilediğiniz şekilde varın.

Kendiniz için ilerisini düşünerek hazırlık yapın.

Allah’ın haram kıldığı şeylerden korunun ve O’nun huzuruna varacağınızı iyi bilin. (Ey Resulüm)! Mü’minleri müjdele!

Sadece şehvet gidermeyi değil, iyi yetişmiş, hayırlı evlat sahibi olmayı hedefleyin. Âyet, soyu devam ettirmenin yanında, çocukları iyi yetiştirmek için birçok zorluklara katlanılacağını da hatırlatmaktadır.

224 – Bir de Allah adına yemin ederek, iyilik etmeye, günahlardan uzak durmaya ve insanların arasını düzeltmeye O’nun adını engel yapmayın.

Allah hakkıyla işitir ve bilir. [24,22; 5,89] {KM, Çıkış 20,7; Tesniye 5,11}

Kasden veya istemeyerek kasdî olmaksızın ağızdan çıkan yeminler, meşrû görevlere engel yapılamaz. Nitekim Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Bir kimse bir şey hakkında yemin eder de sonra ona aykırı davranmayı daha hayırlı görürse, o hayırlı şeyi yapsın ve yemininden ötürü keffaret versin.”

225 – Allah sizi yeminlerinizdeki yanılmadan dolayı kınamaz, fakat kalplerinizle kasdettiğiniz yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Allah çok affedicidir, cezayı çabuklaştırmaz (tövbe için fırsat tanır).

226 – Eşlerine yaklaşmamaya yemin eden kocaların, dört ay bekleme hakkı vardır.

Şayet kocaları bu süre bitmeden eşlerine dönerlerse bunda mahzur yoktur. Çünkü Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.

Cahiliye arap erkekleri, kadınları sıkıştırmak için yaklaşmamaya yemin eder ve süresiz olarak perişan vaziyette bırakırlardı. Buna îla denir. Kur’ân îlanın azamî süresini dört ay olarak sınırlandırdı. Bu süre içinde birleşme kapılarını açtı: erkek keffâret vererek eşine dönebilir. Fakat dönmemeye kararlı ise, dört ay sonunda eşini serbest bırakmak zorundadır.

227 – Yok eğer boşanmaya azmederlerse, bilsinler ki Allah her şeyi hakkiyla işitir ve bilir.

228 – Boşanmış kadınlar kendilerini tutup yeni bir nikâh yapmadan önce üç âdet beklesinler.

Allah’a ve âhirete iman ediyorlarsa, kendi rahimlerinde Allah’ın önceki evlilikten yaratmış olduğu çocuğu veya hayızı gizlemeleri onlara helâl olmaz.

Kocaları gerçekten barışmak istiyorlarsa, bu iddet müddeti içinde onları tekrar almaya başkalarından daha çok hak sahibidirler.

Erkeklerin hanımları üzerinde bulunan hakları gibi, hanımların da kocaları üzerinde meşrû çerçevede hakları vardır.

Şu kadar ki erkeklerin onların üzerindeki hakları bir derece daha fazladır.

Unutmayın ki Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir. [4,34; 65,1-4]

229 – Boşama hakkı iki defadır.

Bundan sonra yapılması gereken ya meşrû tarzda güzelce birlikte yaşama yahut, eşini güzellikle salıvermedir.

Ey kocalar, boşama sırasında eşinize daha önce vermiş olduğunuz mehirden herhangi bir miktar geri almanız size asla helâl olmaz;

Fakat Allah’ın koyduğu hudutlarda durmayacaklarından endişe etmeleri hali bunun dışındadır.

Şayet siz de onlar gibi, onların Allah’ın koyduğu hudutlarda duramayacaklarından (evlilik hukukuna riayet edemeyeceklerinden) endişe ederseniz, bu durumda kadının, ayrılmak için meşrû çerçevede hakkından bir şey vermesinde, her ikisi için de bir vebal yoktur.

İşte bunlar Allah’ın tayin ettiği sınırlardır ki sakın onları aşmayasınız, Her kim Allah’ın hudutlarını aşarsa işte onlar zalimlerin ta kendileridir.

Kadının mal karşılığı ayrılma talebinde bulunmasına hul’ veya muhala’a denir. Cemile, kocası Sabit b. Kays’ı sevemiyordu. Hz. Peygambere gelip: “Vallahi dininde, ahlâkında bir kusurunu görmüyorum. Ancak İslâm’dan sonra küfre dönmek istemiyorum” deyip ayrılma talep etmişti. Bu âyetin inmesi üzerine, kocasından mehir olarak aldığı bahçeyi geri verip hul’ olmuştu. {KM, Tekvin 21,14; Tesniye 24,1; Levililer 22,13. Matta 5,32; 1,19; I Korintos. 7,10-11}

230 – Eğer koca eşini ikinci talaktan sonra üçüncü defa boşarsa, artık başka bir kocaya varıp ondan boşanmadıkça, o kadın ilk kocasına helâl olmaz.

Ama bu ikinci kocası kendi rızasıyla onu boşar ve kadın ile ilk kocası Allah’ın koyduğu evlilik hukukunu yerine getireceklerine inanırlarsa, nikâhla bir araya gelmelerinde bir günah yoktur.

İşte bunlar Allah’ın belirlediği hudutlardır ki bilmek isteyenler için O bunları beyan buyurmaktadır.

231 – Ey kocalar! Eşlerinizi boşar, onlar da iddetlerini bitirirlerse, artık ya onları iyilikle yanınızda tutar, yahut güzellikle salıverirsiniz.

Onların hukukuna tecavüz etmek kasdıyla zarar vermek için eşlerinizi alıkoymayın.

Kim böyle yaparsa kendine zulmetmiş olur.

Sakın Allah’ın âyetlerini şakaya almayın.

Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetleri

Ve sizi irşad etmek gayesiyle indirmiş olduğu kitap ve hikmeti hatırlayın, dile getirin,

Allah’a karşı gelmekten sakının ve Allah’ın her şeyi hakkiyla bildiğini pek iyi bilin.

Koca, eşini boşadıktan sonra, evliliği devam ettirme gayesi ve ümidi yoksa, onu serbest bırakmalıdır ki bir iddetle kurtulsun. Yoksa sırf ona zarar vermek için ilk iddetin sonunda tekrar ona dönüp yine boşamak sûretiyle iki veya üç kere iddet beklemeye mecbur bırakmak haram kılınıyor.

232 – Ey kocalar! Eşlerinizi boşayıp da onlar da iddetlerini tamamladıklarında, kendi aralarında meşrû surette anlaşmaları durumunda, kocaları ile tekrar nikâhlanmaları hususunda onlara baskı yapmayın.

İddet bitiminden sonra eşler tekrar nikâhlanmak isterlerse, kadının akrabaları eski kocasına dönmesini engellememelidirler. Ayrıca koca da üçüncü kere boşadığı eşinin iddeti dolduktan sonra başka bir erkekle evlenmesine mani olmamalıdır.

Sizden Allah’a ve âhiret gününe iman edenlere bununla öğüt verilir.

Böyle yapmak, sizin için daha hayırlı, daha nezihtir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.

233 – Anneler, çocuklarını iki tam yıl emzirsinler. Bu, emzirmeyi mükemmel şekliyle uygulamak isteyenler içindir.

Annelerin, münasip şekilde yiyeceğini giyeceğini sağlamak, babanın görevidir.

Hiçbir kimse takatinin dışında bir görevle yükümlü tutulmaz.

Çocuk yüzünden ne annesi, ne de babası zarar görmemelidir.

Babanın varisine de aynı vazife yaptırılır.

Fakat anne baba aralarında görüşüp anlaşmaya vararak, iki yıldan önce, çocuklarını sütten kesmek isterlerse, kendilerine bir vebal yoktur.

Şayet çocuklarınızı başkalarına emzirtmek isterseniz,

Kendilerine vereceğiniz ücreti münasip tarzda ödemek şartı ile, bunda da size vebal yoktur.

Bununla beraber Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah yaptığınız her şeyi görmektedir.[65, 7]

234 – Sizden eşlerini geride bırakarak vefat edenlerin eşlerinin, evlenebilmek için dört ay on gün iddet beklemeleri gerekir.

Onlar bu sürelerini tamamladıktan sonra, meşrû surette kendi haklarında verecekleri karardan ötürü size bir sorumluluk yoktur. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.

Kocası vefat eden kadın, dört ay on gün süre ile görücüye çıkmaz, süslenmez, başka erkeğe nikâh edilmez. Bu süreyi kocasının evinde geçirmesi gerekir. Gerek boşanma, gerek ölüm sebebiyle ayrılmadan sonra, iddet bekleme zorunluluğu, hem kadın, hem de onun yakınları için bir teselli ve alıştırma devresi olması sebebiyle, psikolojik yönden faydalı bir uygulamadır.

235 – Sizden bu hanımlarla evlenmeyi düşünenlerin bu müddet esnasında, onlara bu niyetlerini çıtlatmalarında veya gönüllerinde tutmalarında bir beis yoktur.

Allah sizin onları hatırınızdan geçireceğinizi pek iyi bilmektedir.

Ancak meşrû sözler dışında, onlarla gizlice buluşma hususunda sözleşmeyin.

Bekleme süresi sona ermeden nikâh akdine girişmeyin.

Allah’ın içinizde saklı olan her şeye hakkıyla vakıf olduğunu bilerek O’nun emrine aykırı davranmaktan sakının.

Hem de bilin ki Allah çok affedici, çok müsamahalıdır, cezayı çabuklaştırmaz. [27,74; 60,1]

236 – Henüz kendilerine dokunmadan veya mehir belirlemeden kadınları boşamanızda size günah yoktur.

Zengin kudretince, eli dar olan kendi halince olmak üzere onlara münasip tarzda müt’a versin.

İyiliği şiar edinenlere, bunu yapmak bir borçtur.

237 – Bir mehir belirlemiş olarak, kendilerine dokunmadan eşlerinizi boşarsanız, bu takdirde belirlediğiniz mehrin yarısını vermeniz gerekir.

Ancak eşler yahut nikâh bağı elinde bulunan kocalar, gözütok davranırsa başka (Bu durumda kadın mehrinden vazgeçebilir veya erkek mehrin tamamını verebilir).

Ey kocalar, sizin bağışlamanız (müsamaha gösterip mehrin tamamını bırakmanız) takvâya daha uygun düşer.

Birbirinize lütuf ve mürüvvet göstermeyi unutmayın. Allah sizin bütün işlediklerinizi görür.

238 – Namazlara, hele salat-ı vustaya dikkat edin ve kalkın huşû ile Allah’ın divanında durun.

Salat-ı vûstâ hakkında farklı görüşler vardır. Beş vakit namazdan her biri olma ihtimali üzerinde durulmuştur.

Fakat çoğunluk, ikindi namazı olduğu kanaatindedir. Zira ikindi namazı beş vaktin tam ortasındadır. Gece ve gündüz meleklerinin toplanma zamanıdır. Ayrıca günlük meşgalelerin en çok olduğu zamana rastlar. Esasen bir hadis de bunu ifade etmektedir.

Fakat Kur’ân, müphem bırakmakla, bütün namazlara dikkatle devama teşvik etmek istemiştir.

239 – Eğer bir korku halinde iseniz yaya veya binek üzerinde namaz kılın.

Fakat güvenliğe çıktığınızda, bilmediğiniz şeyleri size öğreten Allah’ın öğrettiği gibi ibadetinizi ifa edin.

240 – Sizden geride eşlerini bırakarak vefat edecek kocalar,

eşlerinin bir yıl süre ile evden çıkarılmayıp geçimlerinin sağlanmasını şart koşacak şekilde vasiyette bulunsunlar.

Şayet bunlar kendiliklerinden çıkarlarsa bu durumda meşrû surette yapacakları şahsî davranışlarından dolayı size vebal yoktur. Allah üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir.

241 – Boşanmış eşlere de münasip tarzda verilmesi gereken bir müt’a vardır ki bu da haksızlıktan sakınan takvâlılara bir borçtur.

242 – Böylece, düşünesiniz diye Allah size âyetlerini iyice açıklar.

243 – Baksana, sayıları binlerce olmasına rağmen  ölüm korkusuyla diyarlarını terkedip çıkan kimselere!

Allah onlara:“Ölün!” dedi sonra onları diriltti.

Doğrusu Allah insanlara lütûfkârdır, fakat insanların çoğu şükretmezler.

Bunlar hakkında kesin olmayan rivayetler vardır. Mühim olan şudur: Burada Cenab-ı Allah, bütün bunları hatırlatırken ölümden, Allah’ın hükmü olan vazifeden kaçıp kurtulmanın mümkün olmadığını ve böyle yapanların, korktuklarına daha çabuk ve daha fecî bir şekilde uğrayacaklarını, hülasa Allah’ın hükmünden kurtulmak için ne ölümden kaçmanın, ne de ölüme koşmanın akıl işi olmadığını bildirmek istemiştir.

244 – Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah her şeyi işitir, herşeyi hakkıyla bilir.

245 – Kimdir o yiğit ki Allah’a güzelce ödünç verir, Allah da onun verdiğinin mükâfatını kat kat artırır.

Allah rızkı kısar da, bollaştırır da.

Zaten hepiniz döndürülüp O’na götürüleceksiniz. [5,12; 57,11.18; 64,17; 73,20] {KM, Süleymanın Meselleri 19,17}

246 – Mûsâ’dan sonra İsrailoğullarının önderlerine dikkat ettin mi?

O vakit onlar aralarındaki Peygambere:

“Ne olur, bize bir hükümdar tayin et de biz de Allah yolunda cihad edelim” demişlerdi.

O cevaben: “Ya savaşma emri size farz kılınır, siz de savaşmazsanız?” deyince

Onlar: “Ne diye Allah yolunda cihad etmeyelim ki

Vatanlarından çıkarılan biz,

Çoluk çocuğundan ayrı düşenler yine biziz.”

Fakat savaşma kendilerine farz kılınınca içlerinden pek azı hariç, hepsi dönüverdiler.

Allah o zalimleri pek iyi bilir. [KM; Çıkış 24, 1.9; Sayılar 11,16.24-25]

Bu olay, müminlere cihadın zorluklarını anlatmak, dolayısıyla onları bu işi omuzlamaya hazırlamak için anlatılmaktadır. İşaret edilen durum, muhtemelen Samuel Peygamberle ilgilidir. M.Ö. 1000 yıllarında Amalika’lılar İsrailoğullarına saldırıp ülkelerinin bir kısmını işgal etmişlerdi. Halk Samuel’e başvurmuştu. (Bkz. KM, Eski Ahit, I. Samuel, 7,8 ve 12. bölümler)

247 – Peygamberleri onlara dedi ki: “Allah size hükümdar olarak Talut’u tayin etti.”

Onlar ise: “Biz hükümdarlığa ondan daha lâyık iken nasıl olur da o bize hükmedebilir ki!

Üstelik servetten de nasibi fazla değil!” dediler.

Peygamber şöyle cevap verdi: “Allah onu size üstün kıldı, ona geniş ilim ve sağlam bir vücut verdi.

Allah hakimiyeti dilediğine verir.

Allah’ın lütfu boldur, her şey gibi kabiliyet ve liyakatları da bilir.” [KM, I Samuel 9,17; 10,27; 9,2]

248 – Peygamberleri devamla şöyle dedi: “Onun hükümdarlığının alâmeti, size içinde Rabbinizden bir sekîne ile

Mûsâ ve Harun’un manevî mirasından bir bakiyyenin bulunduğu

Ve meleklerce taşınan bir sandığın gelmesidir.

Eğer iman etmeye niyetli iseniz bunda, elbette sizin için delil vardır.” [KM, Çıkış 25,10; I Samuel 14,18;  II Samuel 6,2]

249 – Talut ordusunu harekete geçirip sefere çıkınca askerlerine şöyle dedi:

“Allah sizi, bir ırmakla imtihan edecektir. İmdi onun suyundan içen benden sayılmayacak;

Sadece avucuyla aldığı mikdar muaf olmak üzere,

Kim onun suyunu tatmazsa o da benden sayılacaktır.”

Derken onların pek azı hariç, varır varmaz ondan içtiler.

Talut ile yanındaki müminler ırmağı geçince

O vakit beri yanda kalanlar “Bugün bizim Câlut ve ordusuna karşı duracak takatimiz yoktur” dediler.

Ölümden sonra diriltilip Allah’ın huzuruna çıkacaklarını bilenler ise şöyle dediler:

“Nice küçük topluluklar vardır ki, Allah’ın izniyle, büyük cemaatlere galip gelmiştir.

Doğrusu Allah sabredenlerle beraberdir.” [KM, Hakimler 7,4-7]

250 – Talut’un beraberindeki müminler ise Câlut ile ordusuna karşı çıkınca dediler ki:

“Ya Rabbenâ, üstümüze gürül gürül sabır yağdır,

Ayaklarımıza sebat ver ve kâfir topluluğa karşı bizi muzaffer eyle!” [KM, I Samuel 17,32-54]

251 – Derken Allah’ın izniyle onları bozguna uğrattılar.

Dâvud Câlut’u öldürdü,

Allah ona hükümdarlık ve hikmet verdi ve dilediği birçok şey öğretti.

Eğer Allah bazı insanların şerrini bazıları ile önlemeseydi dünyadaki nizam bozulurdu.

Lâkin Allah âlemlere büyük lütuf ve inayet sahibidir. [KM, II Samuel 5,3. I Korintos.11,3]

Allah insanları irade sahibi olarak yaratmıştır ve böyle yaratması sırf rahmet ve hikmettir. Fakat bu iradeler serbest bırakılır da birbirleriyle ölçülü hale getirilmez ve hiçbir direnişle karşılaşmazlarsa, çalışma zahmetine katlanmaz, önüne geleni çiğnemeye çalışırlar.

Savunma ve karşı koyma olmayınca da saldırı, yolların en kısası ve doğru yol olmuş olur. O zaman da insan adına bir şey kalmaz, yeryüzünün nizamı bozulur. Ama Allah bu bozulmaya razı olmaz. Düzenin, bozukluğu ortadan kaldırması için, hayırlı insanların, bozgunculuk çıkaranları defetmeleri lâzımdır.

252 – İşte bunlar Allah’ın âyetleri olup Biz sana onları dosdoğru bildiriyoruz.

Sen elbette gönderilen resûllerdensin.

253 – İşte şimdiye kadar zikrettiğimiz resullerden kimini kimine üstün kıldık.

Allah onlardan bazısına hitap buyurdu, bazısını birçok derecelerle yükseltti.

Meryem’in oğlu Îsâ’ya da o açık belgeleri, mûcizeleri verdik ve onu Rûhulkudüs ile destekledik.

Eğer Allah dileseydi, kendilerine açık delillerin gelmesine rağmen, onların, peşlerinden gelenler birbirleriyle savaşmazlardı.

Lâkin ihtilafa düştüler de onlardan bir kısmı iman, bir kısmı ise inkâr etti.

Şayet Allah dileseydi onlar birbirleri ile savaşmazlardı, lâkin şu var ki Allah dilediği her şeyi yapar. [17,55]

254 – Ey iman edenler! Ne alışverişin, ne bir dosttan yardım beklemenin, ne de bir kimseden şefaat ummanın mümkün olmadığı bir gün gelmeden önce, sizi rızıklandırdığımız şeylerden harcayın.

Kâfirler, zalimlerin ta kendileridir. [2,101]

255 – Allah o İlahtır ki Kendisinden başka ilah yoktur.

Haydır, kayyûmdur kendisini ne bir uyuklama, ne uyku tutamaz.

Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur.

İzni olmadan huzurunda şefaat etmek kimin haddine?

Yarattığı mahlûkların önünde ardında ne var, hepsini bilir.

Mahlûklar ise O’nun dilediğinden başka, ilminden hiçbir şey kavrayamazlar.

O’nun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır.

Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na ağır gelmez, O öyle ulu, öyle büyüktür. [19,93-95; 53,26; 21,28; 20,110] [KM, Tesniye 5,26; Tekvin 21,33; Çıkış 3,15]

Hay: Her zaman var olan, diri olan, ezelî ve ebedî hayat sahibi.

Kayyûm: Kendi zâtı ile var olup, zeval bulmayan ve bütün kâinatı varlıkta tutup onları yöneten, demektir.

Bu âyete Âyetü’l-kürsî denilir. Bu ayet, Allah’ın hükümranlığının son derece açık ve özet bir anlatımını ihtiva eder. Fazilet ve sevabına dair hadisler vardır. Ezcümle: “Kur’ân’da en büyük âyet, Âyetü’l-kürsî’dir. Bunu kim okursa Allah o saat bir melek gönderir, ertesi güne kadar iyiliklerini yazar ve günahlarını siler. İçinde okunduğu evi şeytan otuz gün terkeder. O eve kırk gün sihir ve sihirbaz giremez. Ey Alî! Bunu evladına, ailene ve komşularına öğret”

256 – Dinde zorlama yoktur.

Doğru yol, sapıklıktan, hak batıldan ayrılıp belli olmuştur.

Artık kim tağutu reddedip Allah’a iman ederse,

işte o, kopması mümkün olmayan en sağlam tutamağa yapışmıştır. Allah her şeyi işitir, bilir. {KM, Matta 10,34; Luka 19,27; I Korintos 15,25}

Dini, kişinin kendi tercihi ile seçmesi gerekir. Dinin özelliği zorlamak değil, bilakis zorlamadan korumaktır.

257 – Allah iman edenlerin yardımcısıdır, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.

İnkâr edenlerin dostları ise tağutlar olup onları aydınlıktan karanlıklara götürürler.

İşte onlar cehennemlik kimselerdir ki orada ebedi kalacaklardır. [5, 16; 6,1-153; 14,1.5; 33,43; 57,9; 65,11]

258 – Allah kendisine hükümdarlık verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbrâhim ile tartışan kişinin haline bir baksana!

İbrâhim ona: “Benim Rabbim hayatı veren ve hayatı alandır” deyince O: “Ben de yaşatır ve öldürürüm” dedi.

Bunun üzerine İbrâhim: İşte Allah güneşi doğudan doğuruyor, haydi sen de batıdan doğdur bakalım”, der demez kâfir donakaldı.

Zaten Allah zalimleri hidayet etmez, emellerine kavuşturmaz. {KM, Tesniye 32,39}

259 – Yahut şu kimsenin hali gibi ki o bir şehre uğramıştı.

Şehrin altı üstüne gelmiş, ıpıssız yatıyordu.

“Allah burayı bu ölümünden sonra nasıl diriltecek?” dedi.

Bunun üzerine Allah onu yüz yıl boyunca öldürüp sonra diriltti.

“Ölü vaziyette ne kadar kaldın?” diye sorunca o: “Bir gün veya daha az” diye cevap verdi.

Allah ona: “Hayır! yüz sene kaldın.

İşte yiyeceğine ve içeceğine bak henüz bozulmamış.

Bir de merkebine bak! (Kemikleri nasıl birbirinden ayrılmış) seni de insanlara canlı bir delil yapmak için öldürüp dirilttik.

Hele o kemiklere dikkat et, onları nasıl birleştirip yerli yerine koyuyoruz, sonra da onlara et giydiriyoruz!”

Böylece işin gerçeği kendisine tam mânasıyla belli olunca:

“Artık pek iyi biliyorum ki Allah her şeye kadirdir” dedi. {KM, Hezekiel 37,6}

260 – Bir vakit de İbrâhim: “Ya Rabbi, ölüleri nasıl dirilteceğini bana gösterir misin?” demişti.

Allah: “Ne o, yoksa buna inanmadın mı?” dedi.

İbrâhim: “Elbette inandım, lâkin sırf kalbim tatmin olsun diye bunu istedim” diye cevap verdi.

Allah ona: “Dört kuş tut, onları kendine alıştır. Sonra kesip her dağın başına onlardan birer parça koy.

Sonra da onları çağır. Koşa koşa sana geleceklerdir. İyi bil ki Allah azizdir, hakîmdir. (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir). {KM, Tekvin 15,9-10.17}

261 – Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak verip her başağında yüz tane bulunan bir tanenin haline benzer.

Allah dilediğine kat kat fazlasını da verir. Allah’ın lütfu geniştir, ilmi her şeyi kaplar.

262 – Mallarını Allah yolunda harcayıp da infaklarının ardından minnet etmeyenler, rahatsızlık vermeyenler yok mu!

İşte onların Rab’leri katında mükâfatları vardır.

Onlara hiç bir endişe yoktur ve onlar üzüntü de duymayacaklardır.

263 – Bir tatlı söz, bir kusur bağışlama, peşinden incitme gelen maddî yardımdan (sadakadan) çok daha iyidir.

Zira Allah ganî ve halîmdir (sizin sadakalarınıza muhtaç değildir, çok müsamahalı olup cezayı çabuk vermez).

264 – Ey iman edenler! Sadaka verdiğiniz kimselere minnet etmek, incitmek sûretiyle o sadakalarınızı boşa çıkarmayın.

Allah’a da, âhirete de inanmadığı halde sırf insanlara gösteriş yapmak için malını harcayan kimsenin durumuna düşmeyin.

Onun durumu, üzerinde toprak bulunan kaygan bir kayaya benzer ki, şiddetli bir yağmur olur olmaz toprağı kayıverir, cascavlak kalır.

Öyleleri işledikleri hiçbir şeyden sevap ve mükâfat elde edemezler.

Zira Allah inkârcılar gürûhunu hidayet etmez, emellerine kavuşturmaz. [4,38.142] {KM, Matta 6,2.5; II Korintos 9,7}

265 – Allah’ın rızasını kollamak

Ve ruhlarındaki imanı kökleştirmek için

Mallarını harcayanların durumu ise,

Bir tepedeki güzel bir bahçenin haline benzer.

Bir bahçe ki ona bol yağmur yağar, meyvelerini iki kat verir.

Bol yağmur düşmese de hafif bir yağmur, bir çisinti de yetişir.

Allah ne yaparsanız hepsini görür.

266 – Sizden herhangi biriniz hiç arzu eder mi ki:

Kendisinin hurmalığı ve üzüm bağı bulunsun:

Bahçede dereler akıyor, içinde her türlü mahsulatı bulunuyor.

Ama kendisinin üstüne de ihtiyarlık çökmüş ve elleri ermez, güçleri yetmez, bakıma muhtaç küçük çocukları var.

Derken… ateşli bir kasırga kopsun da bağı kasıp kavursun?

İşte Allah âyetlerini size böyle apaçık bildirir. Olur ki iyi düşünürsünüz. [59,21]

267 – Ey iman edenler! Kazandığınız şeylerin ve yerden sizin faydanız için bitirdiğimiz ürünlerin

Temiz ve güzel olanlarından Allah yolunda harcayın.

Siz göz yummadan, içinize yatmaksızın almayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkmayın.

İyi bilin ki: Allah ganidir, hamîddir (kimseye ihtiyacı yoktur, bütün övgülere layıktır). [22,37]

268 – Şeytan sizi fakir olacaksınız diye korkutur, sizi cimriliğe ve çirkin şeylere teşvik eder.

Allah ise kendi katından bir af ve lütuf vaad buyurur.

Allahın ihsanı geniştir, her şeyi hakkıyla bilir.

269 – O hikmeti dilediğine verir.

Kime hikmet nasib edilmişse, doğrusu, büyük bir hayra mazhar olmuştur.

Ancak tam akıllı olanlar gerçekleri anlar ve düşünürler.

270 – Harcadığınız her şeyi, adadığınız her adağı, Allah mutlaka bilir ve mükâfatını verir.

Fakat zalimlerin âhiret’te yardımcıları olmaz.

271 – Allah rızası için yaptığınız maddî yardımlarınızı açıkça verirseniz ne güzel!

Ama bu hayırlarınızı saklı tutar ve muhtaçlara ulaştırırsanız,

Bu sizin için daha hayırlı olur

Ve Allah bu sebeple bir kısım günahlarınızı affeder.

Allah, yaptığınız bütün şeylerden haberdardır.

Zekâtı açıktan, diğer yardımları ve sadakaları ise gizli vermek en iyisidir. Aynı prensip diğer ibadetler için de geçerlidir. Farzlar, teşvik için, açıktan yapılmalıdır.

272 – Onları hak yola getirmek senin görevin değil, lâkin Allah’tır ki dilediğini doğru yola getirir.

Hayır olarak yaptığınız her harcama sadece kendiniz içindir.

Zaten siz Allah rızasını aramaktan başka bir gaye ile infak etmezsiniz.

İşlediğiniz her hayrın mükâfatı size tamamen verilir ve sizin hakkınız yenmez. [6,52; 18,28; 30,38-39; 76,9]

273 – Bu yardımlar, kendilerini Allah yoluna vakfeden yoksullar içindir.

Bunlar yeryüzünde dolaşıp geçimlerini sağlama imkânı bulamazlar.

Halktan istemekten geri durmaları sebebiyle, onların gerçek hallerini bilmeyen kimse, onları zengin sanır.

Ey Resûlüm, sen onları simâlarından tanırsın.

Onlar yüzsüzlük ederek halktan bir şey istemezler.

Şunu bilin ki, hayır adına her ne verirseniz mutlaka Allah onu bilir.

Sadakalar din uğrunda kendilerini ilime, cihada adamış, Allah yolunda meşguliyetlerinden veya hastalık ve acizlik gibi engellerden dolayı nafakalarını kazanamayan fakirler içindir.

Bu âyet’te Allah Teâla, kendilerini tamamen İslâm hizmetine adamış, bu sebeple geçimlerini kazanamayan müminlere yardımcı olunmasını istemektedir. Ashab-ı Suffa (r.a) bu sınıfın başında gelirdi. Efendimiz (a.s.m) onlara İslâmı öğretir, başkalarına da öğretmek ve diğer hizmetler için onları hazır kuvvet olarak bulundururdu.

274 – Mallarını gece ve gündüz, gizli ve âşikâr olarak hayra harcayanlar var ya!

İşte onların Rab’leri katında mükâfatları vardır.

Onlara korku yoktur ve onlar asla üzülmeyeceklerdir.

Bu âyet’te teşvik edilen hayırlardan, birinci derecede zekât kasdedilir. İslâmın emrettiği şekilde zekât noksansız verilirse fakirlik son derece azalır. Ancak zekâtın harcanacağı yerler sınırlı olduğundan, zekât sarfedilmeyen yerlere ayrıca teberrûlar yapılır. Hayır dernekleri ve vakıflar bunların başında gelir.

275 – Faiz yiyenler tıpkı şeytanın çarptığı kimsenin uykudan kalkışı gibi kalkarlar.

Bu, onların “Alış veriş de faiz gibidir” demelerindendir.

Halbuki Allah alış  verişi mübah, faizi ise haram kılmıştır.

Her kime Rabbinden bir talimat gelir, o da faizden vazgeçerse, daha önce yaptığı muamele kendisi için geçerlidir, hakkındaki hüküm de Allah’a aittir.

Her kim tekrar faizciliğe başlarsa, işte onlar cehennemliktir, hem de orada ebedi kalacaklardır. {KM, Çıkış 22,24; Levililer 25,36-37; Tesniye 23,20}

Tarihe bakılırsa anlaşılır ki: İnsan toplumlarındaki bütün karışıklıkların, ihtilafların sebebi şu iki kelimedir: 1-”Sen çalış ben yiyeyim.” 2- “Ben doyduktan sonra, başkasının ne hali varsa görsün.” İslâm birinci tutumu faizi haram kılarak, ikinciyi zekâtı farz kılarak ortadan kaldırır. Topluma huzur, barış, denge ve refah getirir.

Faizi alan da, veren de psikolojik ve sinirsel yönden yıpranır. Faizle para verenin aklı fikri parasında kalır, parasının dönmemesi tehlikesini yaşar. Borçlu ise paranın aslını ödemesi bile zorken, üstelik ağır bir faiz yükü ödeme angaryası sebebiyle yıpranır. Tansiyon ve kalb rahatsızlığı durumları ortaya çıkabilir. İktisat uzmanlarına göre kazanç yolları dört olup bunlardan üçü üretken, dördüncüsü değildir. Emek, sanat ve ticaret, bir de risk faktörü üretkendir. Zira eşyayı üretim yerinden tüketim yerlerine sevketmekle riske mâruz kalır, değeri artar. Dördüncü yol faiz olup üretken değildir. Faizde risk yoktur. Zira borç, zarar tehlikesine mâruz değildir. Geri dönmesi garantili sayılmaktadır. Emek, zekâ ve maharetin semereleri, faiz kanallarından faizcilerin ellerinde toplanarak servet, tekelleşmeye gider. Fakirlik, işsizlik artar. İşsizlerde öfke yükselir, yağma hevesi ortaya çıkar. Toplumsal patlama başlayınca, faizciler cin çarpmış gibi sendeler, bütün emelleri altüst olur.

276 – Allah faizin bereketini eksiltir, zekât ve sadakaları ise nemalandırır.

Hem Allah kâfirlikte ileri giden, günahta ısrarlı hiç bir kimseyi sevmez.

277 – İman eden, makbul ve güzel işler yapanların, namazı hakkıyla ifa eden, zekât verenlerin...

İşte onların, Rab’leri nezdinde mükâfatları vardır.

Onlar için hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. [5,100; 8,37; 30,39]

278 – Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve eğer mümin iseniz geri kalan faizi terkedin.

279 – Eğer böyle yapmazsanız Allah ve Resûlü tarafından size savaş açıldığını biliniz.

Eğer faizcilikten tevbe ederseniz, sermayeleriniz sizindir.

Böylece ne haksızlık eder, ne de haksızlığa uğrarsınız.

280 – Eğer borçlu sıkıntıda ise, kolaylığa çıkıncaya kadar ona mühlet verin.

Şayet bilirseniz, alacağınızı bağışlamanız sizin için daha da hayırlıdır.

281 – Öyle bir günde rüsvaylıktan sakının ki,

O gün Allah’ın huzuruna çıkarılacaksınız,

Sonra her kişiye kazandığının karşılığı tamamen ödenecek

Ve kendilerine asla haksızlık edilmeyecektir.

282 – Ey iman edenler! Belirli bir vâdeye kadar birbirinize borç verdiğiniz zaman onu kaydedin.

Aranızda doğrulukla tanınmış bir kâtip onu yazsın.

Kâtip, Allah’ın kendisine öğrettiği gibi (adalete uygun olarak) yazmaktan kaçınmasın da yazsın.

Üzerinde hak olan borçlu kişi akdi yazdırsın, Rabbi olan Allah’tan sakınsın da borcundan hiçbir şey noksan bırakmasın.

Eğer üzerinde hak olan borçlu, akılca noksan veya küçük veya yazdırmaktan âciz bir kimse ise,

Onun velisi adalet ölçüleri içinde yazdırsın.

İçinizden iki erkek şahit de tutun.

İki erkek bulunmazsa o zaman doğruluklarından emin olduğunuz bir erkek ile iki kadının şahitliğini alın.

(Bir erkek yerine iki kadının şahit olmasına sebep) birinin unutması halinde ikincisinin hatırlatmasına imkân vermek içindir.

Şahitler çağırıldıklarında, şahitlikten kaçınmasınlar.

Siz yazanlar da, borç az olsun, çok olsun, vâdesiyle birlikte yazmaktan üşenmeyin.

Böyle yapmak, Allah katında daha âdil, şahitliği ifa etmek için daha sağlam ve şüpheyi gidermek için daha uygun bir yoldur.

Ancak aranızda hemen alıp vereceğiniz peşin bir ticaret olursa, onu yazmamakta size bir günah yoktur.

Alış veriş yaptığınız zaman da şahit tutun.

Ne kâtip, ne de şahit asla mağdur edilmesin.

Bunu yapar, zarar verirseniz, doğru yoldan ayrılmış, Allah’a itaatin dışına çıkmış olursunuz. Allah’a itaatsizlikten sakının.

Allah size en uygun tutumu öğretiyor. Çünkü Allah her şeyi hakkıyla bilir. [8,29; 57,28] {KM, Tesniye 19,15.Matta 18,16; Yuhanna 8,17}

Kadınlarda duygusallık kuvvetli, hafıza kuvveti erkeklere göre biraz daha azdır. Hafızası erkeklerin çoğundan kuvvetli olan bazı kadınlar bulunabilir. Fakat hüküm kişilere göre değil, cinse göre, genel duruma göre verilir. Onun için, tek kadın değil de iki kadın şartı aranmaktadır. Fakat bu hüküm, genelde kadınların meşguliyet alanları olmayan ticaret alanındadır. Yoksa erkeklerin alanına girmeyen sahalarda tek başına iki kadının, hatta duruma göre tek kadının şahitliği yeterli sayılır.

Kur’ân-ı Kerim’in bu âyet’i, nüzül ortamından çok ileri bir safhada insanlığın varacağı hukukî ve ticarî kurumları gözönünde bulundurmuş ve noterlik kurumunu tesis etmiştir. Okuma yazma bilenlerin bile son derece az olduğu, yazı malzemesi olarak kâğıdın bile bulunmadığı bir ortamda, çok ileri medenî toplumlarda ihtiyaç duyulacak kurumları başlatmak, Kur’ân’ın evrensel boyutunun delillerinden biridir.

Hakların böylece kaydedilmesinden şu üç fayda elde edilir: 1. Adalete ve istikamete en uygun iş yapılır. 2. Şahitliğin ifası en güzel şekilde yapılır. 3. Şüpheyi gidermede en uygun yol seçilmiş olur.

283 – Eğer yolculuk halinde iseniz ve kâtip bulamazsanız, o takdirde borç karşılığına rehin alırsınız.

Şayet kiminiz kiminize itimad ederse,

güvenilen kimse Rabbi olan Allah’tan korksun da

Üzerindeki emaneti ödesin.

Bir de şahitliği, görüp bildiğinizi gizlemeyin.

Bildiğini gizleyenin kalbi günahkâr olur.

Allah her ne yaparsanız bilir. [5,106; 4,135]

284 – Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır.

Ey insanlar! Siz içinizdeki şeyleri açığa vursanız da, gizleseniz de, Allah sizi onlardan dolayı hesaba çeker.

Sonra dilediğini affeder, dilediğini azaba uğratır.

Doğrusu Allah her şeye kadirdir.

Bu âyet Bakara sûresinin dördüncü maksadı olan  “ihsan” maksadını gerçekleştirir. Böylece, şimdiye kadar bildirilen hükümlerin müeyyidesi, yani dayandığı kuvvet belirtilir. Sûre mukaddimeden sonra iman hakikatlerini, İslâma dâveti ihtiva etmişti. Din binasının çatısı ve en güzel süsü ise, Allah’ı görüyorcasına bir hayat sürmek, ihsan makamına çıkmaktır.

285 – Peygamber, Rabbi tarafından kendisine ne indirildi ise ona iman etti, müminler de.

Onlardan her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve resullerine iman etti.

“O’nun resullerinden hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz” dediler ve eklediler:

“İşittik ve itaat ettik ya Rabbenâ, affını dileriz, dönüşümüz Sanadır”.

286 – Allah hiç bir kimseyi güç yetiremeyeceği bir şekilde yükümlü tutmaz.

Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine, işlediği fenalık da kendi aleyhinedir.

Ya Rabbenâ! Eğer unuttuk veya kasıtsız olarak yanlış yaptıysak bundan dolayı bizi sorumlu tutma.

Ya Rabbenâ! Bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme.

Ya Rabbenâ! Takat getiremeyeceğimiz şeylerle bizi yükümlü tutma.

Affet bizi, lütfen bağışla kusurlarımızı, merhamet buyur bize!

Sensin Mevlâmız, yardımcımız! Kâfir topluluklara karşı Sen yardım eyle bize! [6,152; 7,42; 23,62]

Bu iki âyet, bu uzun sûrenin hatimesidir. Dinin bütün esaslarına temas edildikten sonra sıra mühür basmaya gelmiştir. Sûrenin mukaddimesinde, bu Kitaba iman edip emirlerini tutacak olanların hidâyet ve felah bulacakları bildirilmişti. İşte hatimesi de ona iman eden cemaatın oluştuğunu ve Rablerinin onlara karşı muamelesini bildirmektedir.

Hz. Peygamber (a.s.m), bu hatimenin faziletine dikkat çeken hadisler buyurmuştur: 1.”Her kim geceleyin Bakara sûresinden bu iki âyeti okursa ona yeter.” 2.Allah Teâla Bakara sûresini iki âyetle sona erdirdi ki, bunları bana, Arş’ın altındaki bir hazineden verdi. Bunları öğreniniz, kadınlarınıza, oğullarınıza belletiniz, öğretiniz. Çünkü bunlar hem salattır (namazdır), hem duadır, hem Kur’ân’dır.” 3.Hz. Ömer ile Hz. Ali (r.a) demişlerdir ki: “Aklı başında hiçbir adam görmezdim ki, Bakara sûresinin sonundaki bu âyetleri okumadan uyusun.”