| KUR'AN-I KERİM İNDEKS 3 – ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ (1-100)  
           Medinede
                        indirilmiş olup 200 âyet’tir. 33. âyet’inde
                        geçen Âl-i İmran, sûreye adını vermiştir.
                        İmrân, Hz. Meryem (a.s.)’ın babasının
                        adı olup peygamberlik ve hikmet ocaklarından
                        olan bir ailenin esasıdır. Bu sûrenin hâkim
                        konusu bu ailenin temsil ettiği nübüvvet, Hz. Îsâ
                        (a.s.) ve Hıristiyanlıktır. Tevrat,
                        İncîl ve Kur’ân’ın aynı ilahî
                        kaynaktan geldiği, bu kitapların müteşabih
                        âyet’ler de ihtiva ettiği, fakat bunların
                        din esaslarına zarar vermeyecek tarzda tefsir
                        edilmesi gerektiği vurgulanır. Özellikle Hıristiyanlığın,
                        bazı müteşabih, mecazî, kelimelerin yanlış
                        tefsirine dayandığına ima edilir. Nübüvvetin
                        esasının tevhid olduğu, bu esas üzere
                        dinlerin şirk unsurlarından temizlenmesi
                        gerektiği bildirilir. Ehl-i kitap diyaloğa ve
                        hakka dâvet edilir. Daha sonra cihattan ve Uhud
                        gazvesinden bahsedilerek bu vesile ile müminlere ebedî
                        prensipler gösterilir. Hakkı tebliğin, onun
                        muvaffak ve muzaffer olmasının vesileleri hatırlatılarak
                        sûre sona erer.
                        
                         Bismillâhirrahmânirrahîm.
                        
                         1
                        – Elif, Lâm, Mîm.
                        
                         2
                        – Allah o İlahtır
                        ki Kendinden başka tanrı yoktur. Hay O’dur,
                        kayyûm O’dur. [2,255]
                        
                         el-Hay: “Her zaman var olan, diri olan ezeli ve ebedî hayat sahibi”.
                        el-Kayyûm: “Kendi zâtı ile var olup, zevali
                        olmaksızın kaim 
                        olan ve bütün kâinatı varlıkta tutup
                        yöneten”
                        
                         3
                        – Sana kitabı,
                        gerçeğin ta kendisi ve daha önce indirilen
                        kitapları tasdik edici olarak indiren O’dur.
                        Bundan önce de, insanlara doğru yolu göstermek için
                        Tevrat ve İncîl’i indirmişti. [2,41]
                        
                         Âyet’teki
                        bi’l-hakk: Gerçeğin ta kendisi, gerçek ile,
                        yani akıl, adalet, doğruluk gereklerine uygun,
                        gerçeğe mutabık olarak, gerçek bir gaye ile
                        gönderdi demektir. Maksat şunu belirtmektir.
                        Kur’ân, hakikatin, aklın ve adaletin icaplarını,
                        insanlığın ihtiyaçlarını karşılamak
                        üzere gönderilmiştir.
                        
                         4
                        – Eğriyi doğrudan,
                        hakkı batıldan ayırd eden Furkanı da
                        indirdi. Allah’ın âyetlerini inkâr edenlere pek
                        çetin bir azap vardır. Öyle ya, Allah daima azîzdir,
                        (mutlak galiptir, mazlumların) intikamını
                        alır. [2,53; 5,95;
                        14,47; 39,37; 32,22; 43;41; 44,16] {KM,
                        Tesniye 32,35; Mezmurlar 94,1; Yeremya 51,56}
                        
                         Furkan: Hakkı batıldan, hayrı şerden, doğruyu eğriden
                        ayıran anlamında olarak Kur’ân-ı
                        Kerimin isimlerinden biridir.
                        
                         5
                        – Ne yerde, ne de gökte
                        hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.
                        
                         6
                        – O’dur ki
                        annelerinizin rahimlerinde size dilediği şekli
                        verir. Ondan başka tanrı yoktur. azîzdir, hakîmdir:
                        (mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibidir). [18,37;
                        22,9; 40,64; 95,4] {KM,
                        Mezmurlar 33,15; Yeremya 1,5}
                        
                         7
                        – Bu muazzam kitabı
                        sana indiren Odur. Onun âyetlerinin bir kısmı
                        muhkem olup bunlar Kitabın esasıdır. Âyetlerin
                        bir kısmı ise müteşabihtir. Kalplerinde
                        eğrilik olanlar sırf fitne çıkarmak,
                        insanları saptırmak ve kendi arzularına göre
                        yorumlamak için müteşabih kısmına
                        tutunup onlarla uğraşır dururlar. Halbuki
                        onların hakikatini, gerçek yorumunu Allah’tan başkası
                        bilemez. İlimde ileri gidenler: “Biz ona olduğu
                        gibi inandık. Hepsi de Rabbimizin katından
                        gelmiştir” derler. Bunları ancak tam akıl
                        sahipleri düşünüp anlar ve şöyle yalvarırlar:
                        [13,39; 43,4; 85,22]
                        
                         8
                        – “Ey bizim Kerîm
                        Rabbimiz, bize hidâyet verdikten sonra kalplerimizi
                        saptırma ve katından bize bir rahmet bağışla.
                        Şüphesiz bağışı bol olan
                        Vehhab Sensin Sen!”
                        
                         9
                        – “Sen, geleceğinde
                        hiç şüphe olmayan bir günde bütün insanları
                        bir araya toplayacaksın. Allah sözünden asla dönmez.”
                        
                         Muhkem: Anlamı açık, kesin, ifade ettiği mâna tek olup,
                        açıklanması için başka delile ihtiyaç
                        olmayan demektir. Müteşabih:
                        Birden fazla mâna ihtimali olduğundan, anlaşılması
                        için başka delile ihtiyaç hissettiren, mânası
                        hakkında kesin bir hüküm verilemeyen âyettir. 
                        
                         Müteşabih,
                        şibh (benzerlik)
                        kökünden gelip mânalar birbirine benzeyip içiçe
                        girdiğinden şüpheye yani değişik
                        ihtimallere yol açmayı ifade eder. İnsanın
                        aklının, duyularının sınırlı
                        olduğunu düşünürsek, bu konumda olan insana
                        hitap eden ilahi kelamın müteşabihler ihtiva
                        etmesinin kaçınılmaz olduğu açıkça
                        ortaya çıkar. Müteşabih lafızlarla Yüce
                        Allah, insanlara tamamını kavrayamayacakları
                        meseleleri, teşbihlerle,
                        
                         muayyen
                        bir nisbette, farklı seviyelere göre daha farklı
                        şekilde anlaşılacak tarzda bildirir. Müteşabihlerdeki
                        bu izafî durum, dinin değişmez gerçeklerine
                        zarar vermez. Zira Allah sabit gerçekler olarak, biz yükümlü
                        insanlardan istediği akaid, ibadet, ahlâk ve ahkâma
                        dair esasları muhkem âyetlerde bildirmiştir.
                        Müteşabihlerle ise bazı “nisbi hakîkatleri”
                        bildirmek istemiştir.
                        
                         Beşeriyetin
                        konumu icabı, dünyada insan hayatında, mutlak
                        hakikatlerden çok nisbî hakikatler daha fazladır.
                        Bir kristal âvizeyi gözönüne alalım. Onun
                        elektrik voltajı, ampullerinin gücü değişmediği
                        halde, etrafında oturanlar, yerlerini hafifçe değiştirince,
                        farklı renkler ve ışınlar alırlar.
                        Bu, âvizenin taşlarının farklı açılar
                        verecek şekilde tıraşlanmasından
                        ileri gelir. İşte Allah Teâla, mahdut lafızlarla,
                        tükenmek bilmeyen mânaları, farklı
                        seviyelerde, kıyamete kadar gelecek bütün insanlığa
                        anlatmak, onları kitabı üzerinde düşündürmek
                        için birçok müteşabih âyet göndermiştir.
                        Bu kaçınılmaz durum, bir zaruretten ileri
                        gelmiştir. Fakat unutmamak gerekir ki teşabüh
                        ve teşbih ile olan benzetmelerde, benzetilen ile
                        kendisine benzetilen arasında bütün yönlerden
                        bir benzerlik aranmaz. Çeşitli yönlerden sadece
                        biri ile olan bir benzerlik dahi, benzetmenin geçerli
                        sayılması için yeterli sayılır.
                        Demek ki müteşabihler hakikî müteşabih ve
                        izâfî müteşabih kısımlarına ayrılır.
                        Bütün çeşitlerinde, müteşabihler bir çok
                        mânalar ifade ederler. Onun içindir ki tefsirlerde çok
                        mânalar verilmiştir. Fakat kesin mânası,
                        Allah’ın ilmine havale edilir.
                        
                         10
                        – Dini inkâr
                        edenlerin ne malları ne de evlatları, müstahak
                        olmaları sebebiyle Allah’ın vereceği
                        cezayı önlemede, kendilerine asla fayda veremezler.
                        İşte onlar cehennemin yakıtıdırlar.
                        [2,24]
                        
                         11
                        – Tıpkı
                        Firavun’un ve onlardan daha öncekilerin gidişi
                        gibi. Onlar, âyetlerimizi yalanladılar, Allah da
                        kendilerini cürümleri sebebiyle kıskıvrak
                        yakaladı. Allah’ın cezası pek şiddetlidir.
                        
                         12
                        – İnkâr
                        edenlere de ki: “Siz mağlup olacak, haşredilip
                        toplanacak ve cehenneme sürüleceksiniz.” Orası
                        ne fena bir yataktır!
                        
                         13
                        – Birbiriyle karşılaşan
                        iki toplulukta size büyük bir ibret vardı:
                        Bunlardan biri Allah yolunda vuruşuyordu. Diğeri
                        ise kâfir idi. O kâfirler müslümanları, bizzat
                        gözleriyle kendilerinin iki misli görüyorlardı.
                        Allah, dilediği kimseleri nusratıyla destekler.
                        Elbette bunda görecek gözleri olanlar için alınacak
                        ibret vardır. [8,43]
                        
                         Burada
                        iki ihtimal vardır: 1. Kâfirler, müminleri
                        kendilerinin iki misli görüyorlardı. 2. Mü’minler
                        kâfirleri, kendilerinin iki misli görüyorlardı.
                        Allah böyle yapmakla kâfirlerin müminlerle savaşmalarını
                        önlemek istiyordu. Meali, daha kuvvetli olan birinci
                        tefsire göre verdik.
                        
                         14
                        – Kadınlar, oğullar,
                        yığın yığın biriktirilmiş
                        altın ve gümüş, güzel cins atlar, davarlar
                        ve ekinler gibi nefsin hoşuna giden şeyler
                        insanlara cazip gelmektedir. Bunlar dünya hayatının
                        geçici bir metaından ibarettir. Asıl varılacak
                        güzel yer ise, Allah’ın katındadır. [13,29;
                        38,25. 40.49]
                        
                         Bu
                        âyette zikredilen sınıflar meşrû
                        nimetlerdir. Fakat gayr-i meşrû tarafa da sebep
                        olma ihtimali vardır. Meşrû durumda bunları
                        süsleyip cazip gösteren Allah Teâladır. Gayri meşrû
                        olarak süsleyen ise, şeytan ve beşerin
                        cehaletidir. Fena sayıp kınama bu itibarladır.
                        Bu iştah çekici şeyler, dünya hayatını
                        devam ettirmek ve geçip Allah’a gitmek için birer
                        araç olarak verilmişken bunları amaç haline
                        getirmek, Allah katındaki güzel mevkii kaybetmek,
                        büyük ahmaklıktır. Zira böyle yapanlar
                        hayatlarının önemli bir kısmını
                        o zevkleri elde etme hırsı ile yanıp tutuşarak
                        geçirirler. Sonra da onlardan ayrılıp mahrum
                        kalmanın acısını çekerler.
                        
                         15
                        – De ki:
                        “Size, ihtirasla istediğiniz o şeylerden çok
                        daha iyisini bildireyim mi? İşte Allah’a karşı
                        gelmekten sakınan müttakiler için Rab’leri
                        nezdinde içinden ırmaklar akan cennetler olup,
                        kendileri orada ebedi kalacaklardır. Hem orada
                        onlara tertemiz eşler ve hepsinin de üstünde
                        Allah’ın rızası vardır. Allah bütün
                        kullarını hakkıyla görmektedir. [24,32]
                        
                         16
                        – O müttakiler:
                        “Ey bizim Ulu Rabbimiz, biz iman ettik, günahlarımızı
                        bağışla ve bizi cehennem azabından
                        koru!” diye yalvarırlar.
                        
                         17
                        – Onlar sabırlı,
                        imanlarında sadık ve samimi, Allah’ın
                        huzurunda itaatla divan duran, mallarını hayırda
                        harcayan, seher vakitlerinde Allah’tan af dileyen müminlerdir.
                        
                         Bu
                        din ve bu dindarlık, bu niyazlar, bu sığınmalar,
                        boş bir iddia, şunun bunun karşı çıkmasıyla
                        zayıf düşecek bir dâva değil, şahitli
                        ve belgeli bir hakikattir. İşte en başta
                        gelen dayanağı, en büyük şahidi ve en
                        kuvvetli delili Allah’tır.
                        
                         18
                        – Allah’tan başka
                        tanrı bulunmadığına şahid
                        bizzat Allah’tır.
                        
                         Bütün
                        melekler, hak ve adaletten ayrılmayan ilim adamları
                        da bu gerçeğe, aziz ve hakîm (mutlak galip, tam hüküm
                        ve hikmet sahibi) Allah’tan başka tanrı
                        olmadığına şahittirler.
                        
                         Gerçek
                        şahit, Allah’tır. Ondan başka hiçbir
                        âlim, ne kendisine, ne de başka varlıklara
                        tamamen şahit değildir. İnsan bilgisinde
                        varlıkların kendilerine uygunlukları izafî,
                        eksik ve sadece muayyen bir yöndendir. İnsanın
                        gerek kendisinde, gerek diğer varlıklarda gerçekten
                        bilebildiği şeyler, Hakk’ın şahitliğini,
                        doğrudan doğruya veya dolaylı olarak
                        sezebildiği yönlerdir. Mesela: “Güneş vardır”
                        diyen bir şahit bile, aslında, kendisi ile
                        şahitlik ettiği güneş arasında Hak
                        Teâlanın koyduğu ölçüye uymaktan başka
                        bir şey yapmış değildir.
                        
                         19
                        – Allah katında
                        hak din, İslâmdır.
                        
                         O Ehl-i
                        kitabın ihtilafları, kendilerine gerçeği
                        bildiren ilim geldikten sonra, sırf aralarındaki
                        haset ve ihtiras yüzünden olmuştur. Allah’ın
                        âyetlerini inkâr edenler bilsinler ki,
                        
                         Allah onların
                        hesabını çabuk görür. [2,112]
                        
                         İslâm
                        üç anlama gelir: 
                        
                         1.
                        İtaat edip boyun eğmek. 2. Silm’e, yani barışa
                        girmek, selâmete kavuşmak. 3. İbadette tam
                        samimi olmak, ihlas ile hareket etmek.
                        
                         20
                        – Buna karşı
                        seninle münakaşaya kalkışanlara de ki: 
                        
                         “Ben yüzümü,
                        özümü Allah’a teslim ettim. Bana bağlı
                        olanlar da O’na teslim oldular.”
                        
                         O Ehl-i
                        kitapla, kitap ehli olmayan ümmîlere (müşriklere)
                        de ki: “Siz de teslim olup müslüman olmaya var mısınız?”
                        
                         Eğer
                        hakka teslim olup İslâma girerlerse doğru
                        yolu bulmuş olurlar. 
                        
                         Yok, eğer
                        yüz çevirirlerse, sana düşen görev, sadece hakkı
                        tebliğdir. Allah kullarını hakkıyla
                        görür.
                        
                         Bu
                        âyet, Kur’ân’ın bütün insanlığa
                        hitap eden evrensel bir tebliğ olduğunu gösterir.
                        Zira buradaki  tasnifin
                        dışında insan topluluğu yoktur.
                        Ehl-i kitap: Hıristiyanlar, Yahudiler gibi kutsal
                        semâvi kitapları olanlar; ümmîler ise: genel
                        olarak müşrikler ve arap müşrikleri gibi
                        kitapsız dinlere mensup olanlardır. Ayırım
                        Arap - Arap olmayan tarzında değil, böyle pek
                        kapsamlı bir tasnif ile yapılmıştır.
                        
                         21
                        – Allah’ın
                        âyetlerini inkâr edenleri, nâhak yere peygamberleri
                        öldürenleri, adaleti isteyip yaymak isteyenlerin
                        canlarına kıyanları, can yakıcı
                        bir ceza ile müjdele!
                        
                         22
                        – İşte
                        onların bütün yaptıkları, dünyada da,
                        âhiret’te de boşa gitmiştir. Kendilerini bu
                        halden kurtaracak hiç bir yardımcıları
                        da yoktur onların.
                        
                         23
                        – Baksana o
                        kendilerine kitaptan bir pay verilenlere! 
                        
                         Aralarında
                        hakem olması için Allah’ın kitabına dâvet
                        ediliyorlar da, sonra onlardan bir grup yüzçevirerek dönüp
                        gidiyorlar.
                        
                         Burada
                        şu hâdiseye işaret edilmektedir: Yahudilerden,
                        soylu aileye mensup bir erkekle bir kadın zina etmişlerdi.
                        Kendi şeriatlarına göre recmetmeleri
                        gerekiyordu. Onları kurtarma ümidiyle, daha hafif
                        bir ceza verir düşüncesiyle dâvayı Hz.
                        Peygamber (a.s.)’a getirince o da recim hükmünü
                        verdi. Kabul etmeyip “Bize göre cezaları yüzlerine
                        kara çalıp dolaştırmaktır”
                        dediler. Hz. Peygamber Tevrat’ı getirip okumalarını
                        istedi. Gerçek ortaya çıkınca Tevrat’a göre
                        recmedildiler.
                        
                         24
                        – Bunun sebebi
                        onların: “Cehennem ateşi bize sayılı
                        günler dışında asla dokunmayacaktır”
                        iddialarıdır. 
                        
                         Uydurdukları
                        bu gibi şeyler, dinleri hakkında kendilerini
                        aldatmıştır. [2,80]
                        
                         25
                        – Gerçekleşeceğinden
                        hiçbir şüphe bulunmayan o kıyamet gününde,
                        kendilerini bir araya topladığımız 
                        
                         ve her
                        şahsa, yaptığının karşılığının
                        tam verilip, asla haksızlığa uğratılmadığı
                        o gün gelince halleri ne olacak? [2,279]
                        
                         26
                        – De ki: “Ey mülk
                        ve hakimiyet sahibi Allah’ım!” Sen mülkü
                        dilediğine verir, dilediğinden onu çeker alırsın.
                        
                         Dilediğini
                        aziz dilediğini, zelil kılarsın.
                        
                         Her türlü
                        hayır yalnız Senin elindedir. 
                        
                         Sen elbette
                        her şeye kadirsin.
                        
                         27
                        – Geceyi gündüze
                        katar günü uzatırsın, gündüzü geceye
                        katar geceyi uzatırsın.
                        
                         Ölüden
                        diri, diriden ölü çıkarırsın.
                        
                         Sen dilediğin
                        kimseye sayısız rızıklar verirsin.”
                        [6,95; 10,31; 30,19]
                        
                         28
                        – Müminler, müminleri
                        bırakıp, kâfirleri velî edinmesinler.
                        
                         Kim böyle
                        yaparsa, Allah ile ilişiğini kesmiş olur.
                        
                         Ancak onlar
                        tarafından gelebilecek bir tehlike olursa başka!
                        
                        
                         Allah sizi,
                        kendisine isyan etmekten sakındırır.
                        
                         Dönüş
                        yalnız Allah’adır.
                        
                         Velî:
                        Hâmi, koruyucu, dost, yönetici, bir kimsenin işlerini
                        deruhde eden, destekleyip yardım eden anlamlarına
                        gelir. Yasaklanan dostluk, kâfirlere gönülden bağlanmak,
                        müminleri bırakıp onlara sevgi beslemektir.
                        Bu, müslüman yöneticilerin, diğer müslümanların
                        aleyhine olmamak şartıyla, kâfirlerle anlaşma
                        imzalamalarına ve meşrû maksadlarda işbirliği
                        yapmalarına mani değildir.
                        
                         29
                        – De ki: “İçinizdekini
                        gizleseniz de, açıklasanız da mutlaka Allah
                        onu bilir.
                        
                         Bütün göklerde
                        ve yerde olanları da bilir. Allah, her şeye
                        kadirdir.” {KM, Vahiy
                        2,23}
                        
                         30
                        – Gün gelecek, her
                        kişi gerek hayır olarak, gerek kötülük
                        olarak ne işlemişse, hepsini önünde bulacak.
                        
                         Yaptığı
                        kötülükten bucak bucak kaçmak isteyecek.
                        
                         Allah sizi,
                        Zatına karşı gelmekten sakındırır.
                        
                         Doğrusu
                        Allah kullarına karşı pek şefkatlidir.
                        
                         31
                        – Ey Resûlüm, de
                        ki: “Ey insanlar, eğer Allah’ı seviyorsanız,
                        gelin bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı
                        bağışlasın. Allah gafurdur, rahimdir
                        (çok affedicidir, engin merhamet ve ihsan sahibidir).
                        
                         Allah’ı
                        sevmek, insanın yaratılışının
                        en yüce hedefidir. Dolayısıyla İslâm’ın
                        insanları kendisine doğru sevkettiği en yüksek
                        gayedir. Bu âyet şu kesin kıyası içeriyor:
                        “Eğer Allah’ı seviyorsanız, Habîbullaha
                        uyacaksınız. Ona uyulmazsa demek ki Allah’ı
                        sevmiyorsunuz” Bunun zıddı şudur:
                        “Ben Allah’ı severim, ama emrini dinlemem,
                        O’nun sevdiğini sevmem. O’nu sevenleri, O’nun
                        yolunu gösterenleri, O’nun seçip gönderdiklerini
                        sevmem” demektir ki, bu da: “Ben, kendimden başka
                        hiçbir şeyi sevmem; tevhid yolunda yürümek
                        istemem” demektir.
                        
                         Bu
                        kâinatı kudret, kemâl ve cemâlinin
                        tecellileriyle böylesine güzel yaratan, bunca
                        nimetleriyle kullarına lütuflarda bulunan Allah,
                        elbette onlardan bir teşekkür bekler. Elbette,
                        insanlar içinde en seçkin birini onlara rehber ve mükemmel
                        bir örnek yapar. Böylece ondaki güzelliklerin, öbür
                        insanlara da yansımasını ister.
                        
                         32
                        – De ki:
                        “Allah’a ve Resûlullaha itaat ediniz.
                        
                         Şayet
                        yüzçevirirlerse, bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.”
                        [3,132; 8,1.20.46; 58,13]
                        {KM, Luka 10,16}
                        
                         33-34
                        – Gerçek şu
                        ki Allah Âdem’i, Nûh’u, İbrâhim ailesi ile
                        İmran ailesini, birbirinden gelen tek zürriyet
                        halinde bütün insanlardan süzüp onlara üstün kılmıştır.
                        
                         Allah semî’dir,
                        alîmdir (herşeyi hakkıyla işitir, mükemmel
                        tarzda bilir). [2,47; 66,12]
                        {KM, Çıkış
                        2,1; 6,20; 15,20}
                        
                         Bu
                        ailelerden maksat, onların neslinden gelen
                        peygamberlerdir.
                        
                         Âl: yakınlıkta ve tutulan yolda herhangi bir insana mensup
                        olan kimseler, “âile, hanedan” demektir. Âl-i
                        İbrâhim, 2,124 gereğince ilahî ahdin içinde
                        olanlar, onun zalim olmayan nesli ve özellikle Hz.
                        Muhammed Mustafa (a.s.m) dır. İmran ise: Hz.
                        Îsâ’nın anne tarafından dedesi, yani Hz.
                        Meryem’in babasıdır.
                        
                         35
                        – Hani bir vakit
                        İmran’ın hanımı şöyle demişti:
                        “Ya Rabbî, karnımda taşıdığım
                        çocuğumu sana adadım, her türlü bağdan
                        âzade olarak senin yoluna hizmet edecektir. 
                        
                         Adağımı
                        lütfen kabul buyur. Şüphesiz (duaları işiten,
                        niyetleri bilen) semî ve alîm yalnız Sen’sin!”
                        
                         36
                        – Derken onu doğurunca
                        da: “Ya Rabbî, dedi, ben bir kız doğurdum.
                        
                         -Zaten
                        Allah ne doğurduğunu pek iyi biliyordu-, erkek
                        evlat, elbette kız gibi değildir.
                        
                         Ben onun adını
                        Meryem koydum. Onu da, onun neslinden gelecekleri de o
                        mel’un şeytanın şerrinden korumanı
                        niyaz ediyorum.”
                        
                         37
                        – Rabbi onu güzellikle
                        kabul buyurdu ve pek güzel bir tarzda yetiştirdi. 
                        
                         Onu
                        Zekeriyya’nın eğitim ve himayesine verdi.
                        
                         Zekeriyya
                        onun yanına Mâbede ne zaman girse beraberinde
                        yiyecekler bulurdu. 
                        
                         “Meryem!
                        Bu yiyecekleri nereden buluyorsun!” deyince de o:
                        “Bunlar Allah tarafından gönderiliyor. Muhakkak
                        ki Allah dilediğine sayısız rızıklar
                        verir.” derdi.
                        
                         Mâbed: Âyette mihrab diye geçer. Mâbedin ön tarafında ibadet
                        esnasında imamın durduğu yere denir.
                        Zikr-i cüz irade-i kül (bir bütünün, parçasını
                        söyleyerek tamamını kasdetme) kabilinden
                        mescid ve mabed hakkında da kullanılabilir.
                        Burada maksat, mâbedde merdivenle çıkılan
                        bir mahfel olmalıdır. Hz. Meryem’e rızık
                        geldiğini bildiren bu âyet, kerâmetin hak olduğuna
                        delil teşkil etmektedir.
                        
                         38
                        – İşte o
                        sırada Zekeriyya Rabbine niyaz edip “Ya Rabbî,
                        dedi, bana Senin tarafından tertemiz, hayırlı
                        zürriyet ihsan eyle.
                        
                         Şüphesiz
                        ki Sen duaları işitip icabet edersin.”
                        
                         Bu
                        Zekeriyya (a.s.) ile, Tevrat ekinde (Eski Ahid Kitapları
                        arasında) kendisine bu isimde Zekarya kitabı
                        atfedilen zat arasında hiçbir ilişki yoktur.
                        
                         39
                        – Zekeriyya
                        mihrabta namaz kılmakta iken melekler kendisine
                        seslenip: “Allah sana, Allah’tan bir kelimeyi tasdik
                        edecek, hem efendi, hem gayet zahid, hem peygamber
                        olacak olan Yahya’yı müjdeler” dediler. [3,45;
                        4,171]
                        
                         Müfessirlerin
                        ekseriyetine göre kelimeden maksat, Hz. Îsâ (a.s.) dır.
                        Kün (ol) emri ve kelimesiyle, babasız olarak yaratıldığı
                        için böyle denilmiştir. Bununla beraber başka
                        yorumlar da vardır.
                        
                         40
                        – O: “Ya Rabbî,
                        dedi, nasıl benim çocuğum olabilir ki
                        ihtiyarlık başıma çökmüş, hanımım
                        ise kısır hale gelmiştir?”
                        
                         Allah: “Böyle
                        de olsa, Allah dilediğini yapar” buyurdu.
                        
                         41
                        – O: “Ya Rabbî,
                        bana oğlum olacağına dair bir alâmet
                        bildirir misin?” deyince, Allah: “Senin işaretin
                        şudur: 
                        
                         “Üç gün
                        müddetle halkla işaretleşme dışında
                        konuşmayacaksın. Rabbini çok çok zikret,
                        sabah akşam onu tesbih ve tenzih et!” buyurdu. {KM,
                        Luka 1,20}
                        
                         42
                        – Hani Melekler
                        dediler ki: “Meryem! Muhakkak ki Allah seni seçti.
                        Seni tertemiz kıldı hatta seni dünyadaki bütün
                        kadınlara üstün kıldı. [7,144]
                        {KM, Hakimler 5,24. Luka 1,42.28}
                        
                         Onun
                        devrindeki kadınlardan üstün olduğunu gösterir.
                        
                         43
                        – “Meryem! Saygı
                        dolu bir gönülle huzurunda durup Rabbine ibadet et,
                        secdeye kapan ve rükû edenlerle beraber rükû et.”
                        
                         44
                        – İşte
                        bunlar gayb kabîlinden haberler olup onları Biz
                        sana vahyediyoruz.
                        
                         Yoksa onlar
                        Meryemi kimin himaye edeceğine dair kur’a çekerlerken
                        ve birbirleriyle tartışırlarken sen
                        yanlarında bulunmuyordun. [11,49;
                        12,102]
                        
                         Bu
                        âyet, Kur’ân’ın vahyedilmesinden önce, bu
                        hadiselerin Hz. Peygamber (a.s.) ve kavmi tarafından
                        bilinmediğini açıkça göstermektedir.
                        
                         45
                        – Gün geldi,
                        melekler ona: “Meryem! Allah, Kendisi tarafından
                        bir kelime vereceğini sana müjdeliyor.
                        
                         Adı Îsâ,
                        lakabı Mesih, sıfatı Meryem oğludur.
                        
                         Dünyada da
                        âhirette de itibarlı, Allah’a en yakın
                        kullardan olacaktır. {KM,
                        Luka 1,26-38; Matta 1,16; Yuhanna 1,41}
                        
                         Ağızdan
                        çıkan mânalı bir ses veya kitapta yazılı
                        mânalı yazı kelime olduğu gibi, âleme
                        bakıldığı zaman, bakışta
                        seçkinleşen ve gözden gönüle geçip duygu
                        tesiri altında az çok bir mâna telkin eden varlıklar
                        ve görünen yaratıklar da birer kelimedirler ki
                        Hz. Îsâ (a.s.) bunlardan biri idi ve Meryem’e böyle
                        bir te’sir ile gelmişti. Îsâ, Allah’tan bir
                        kelimedir, fakat kelimelerin tümü değildir.
                        Allah’tan bir kelimeye, “Allah’ın bir
                        kelimesi” denebilirse de “Allah” denemez.
                        
                         46
                        – Beşiğinde
                        de, yetişkinliğinde de insanlara hitap edip
                        onlarla konuşacak, salih insanlardan olacaktır.
                        [5,110; 19,29] {KM,
                        Matta 21, 16}
                        
                         47
                        – Meryem: “Ya
                        Rabbî, bana hiçbir erkek eli değmediği halde
                        nasıl olur da çocuğum olabilir?” deyince,
                        Allah şöyle buyurdu: 
                        
                         “Öyle de
                        olsa, Allah dilediğini yaratır; Zira O, bir
                        şeyin var olmasına hüküm verince sadece
                        “ol” der, o da derhal oluverir.” [2,117;
                        3,59; 19,35]  {KM,
                        Luka 1,34}
                        
                         48-49
                        – (Melekler Hz. Îsâ
                        hakkında Meryem ile konuşurken onun şu sıfatlarını
                        da ilave ettiler:)
                        
                         “Allah
                        ona kitabı (yazmayı), hikmeti, Tevrat ve
                        İncîl’i öğretecektir.
                        
                         Onu İsrailoğullarına
                        resul olarak gönderecek, o da onlara şöyle
                        diyecektir: “Size Rabbiniz tarafından bir mûcizeyle
                        gönderildim: 
                        
                         Ben size çamurdan
                        kuş şekline benzer bir şey yapar içine
                        üflerim, o da Allah’ın izniyle hemen kuş
                        oluverir.
                        
                         Keza ben
                        anadan doğma körü ve abraşı iyileştirir,
                        hatta Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim.
                        
                         Evlerinizde
                        ne yediğinizi ve biriktirip sakladıklarınızı
                        da bilirim.
                        
                         Eğer
                        inanmaya niyetiniz varsa, elbette bunlarda sizin için
                        alacak dersler vardır. [5,110]
                         {KM,
                        Markos 7,32-35; Matta 15,30; 8,1-3; Luka 17,12-14}
                        
                         Burada
                        kitab,
                        “kitabet, yazı yazmak” anlamında masdardır.
                        Demek ki Hz. Îsâ yazı yazmasını bilir
                        bir bilgin idi.
                        
                         50
                        – Keza ben, benden
                        önceki Tevrat’ı tasdik etmek ve size (Mûsâ
                        Şerîatinde) haram kılınan bazı
                        şeyleri mübah kılmak için geldim.
                        
                         Doğrusu
                        ben size Rabbiniz tarafından bir mûcize getirdim.
                        
                         Öyleyse
                        Allah’a karşı gelmekten sakının da
                        bana itaat edin.” [43,63]
                        {KM, Matta 5,17; 15,20}
                        
                         Hz.
                        Mûsâ (a.s.) dan sonra gelen Benî İsrail
                        peygamberleri, esas itibariyle onun şeriatını
                        uygularlar. Ancak tâli meselelerde, zamanın ihtiyaçlarını
                        gözönünde bulundururlardı. Hz. Îsâ da böyle
                        yapmıştı.
                        
                         51
                        – Şüphe yok ki
                        Allah hem sizin, hem de benim Rabbimdir. Öyleyse, yalnız
                        O’na ibadet edin. İşte doğru yol budur.
                        {KM, Yuhanna 20,17; 4,23-24}
                        
                         52
                        – Ne zaman ki Îsâ
                        onların inkârlarında ısrar ettiklerini
                        hissetti, “Allah’a giden yolda bana yardım
                        edecek kim var?” dedi.
                        
                         Havâriler:
                        “Allah yolunda yardımcılar biziz. Biz
                        Allah’a iman ettik. Ey Îsâ, bizim müslüman olup
                        Allah’a itaat ettiğimize sen de şahid ol!”
                        [5, 111-112; 61,14]  {KM,
                        Yuhanna 6,66-71}
                        
                         Havâri:
                        İnsanın en seçkin, en has dostu, yardımcısı
                        mânasına gelir.
                        
                         53
                        – “Ya Rabbenâ!
                        İndirdiğin kitaba iman edip Elçinin yolunu
                        tuttuk. “Sen de bizi, birliğini ve nebîlerini
                        tanıyan şahitlerle birlikte yaz” dediler. {KM,
                        Luka 24,48; Yuhanna 15,27; Resullerin işleri 1,8}
                        
                         54
                        – Öbürleri ise
                        hileler yaptılar, komplolar hazırladılar.
                        
                         Allah da
                        onların hilelerini, komplolarını boşa
                        çıkardı.
                        
                         Allah,
                        hileleri boşa çıkarmakta pek güçlüdür. [8,30;
                        13,42; 27,50; 86,16]
                        
                         55
                        – O zaman Allah
                        şöyle buyurmuştu: “Îsâ! seni öldürecek
                        olan, onlar değil Benim. 
                        
                         Seni Kendi
                        nezdime yükseltecek, seni inkârcıların içinden
                        kurtarıp temize çıkaracak ve sana tâbi
                        olanları ta kıyamete kadar kâfirlere üstün
                        kılacak olan da Benim. 
                        
                         Sonra
                        hepinizin dönüşü Bana olacak.
                        
                         Ben de aranızda
                        ihtilaf ettiğiniz konularda hükmümü vereceğim.
                        [4,158; 19,56-57]
                        
                         56
                        – Hasılı,
                        inkâr edenleri hem dünyada, hem âhirette şiddetli
                        bir azab ile cezalandıracağım.
                        
                         Onları
                        bu azaptan kurtarabilecek yardımcılar da
                        bulunmayacaktır.
                        
                         57
                        – İman edip
                        makbul ve güzel işler yapanların ise mükâfatlarını
                        tam tamına ödeyecektir. Allah zalimleri sevmez.
                        
                         58
                        – Ey resûlüm, işte
                        bunlar, bu vak’alar, sana bildirdiğimiz âyetlerden
                        ve hikmet dolu Kur’ân’dandır.
                        
                         59
                        – Allah yanında
                        Îsâ’nın durumu, aynen Âdem’in durumu gibidir.
                        
                         Allah Âdem’i
                        topraktan yaratıp “ol” dedi, o da derhal
                        oluverdi.
                        
                         60
                        – Hakikat, Rabbinin
                        tarafından gelir. Bunda hiçbir tereddüdün olmasın.
                        
                         61
                        – Artık sana
                        bu ilim geldikten sonra, kim seninle Îsâ hakkında
                        tartışmaya girerse de ki: 
                        
                         “Haydi
                        gelin oğullarımızı ve oğullarınızı,
                        hanımlarımızı ve hanımlarınızı
                        ve bizzat kendimizi ve kendinizi çağırıp,
                        sonra da gönülden Allah’a yalvaralım da bu
                        konuda kim yalancı ise Allah’ın lânetinin
                        onların üzerine inmesini dileyelim.”
                        
                         Bu
                        âyete “mübahele” âyeti denir. Mübahele: “Hangi
                        taraf yalancı ise Allah’ın ona lânet
                        etmesini bütün kalbiyle istemek” demektir. Hicri 9.
                        yılda Necran Hıristiyanlarını temsil
                        eden 70 kişilik heyet, başlarında dinî
                        ve dünyevî liderleri olarak Medineye gelip tartışmıştı.
                        Delilden anlamamaları karşısında Hz.
                        Peygamber (a.s.) mübaheleyi teklif edince, düşünmek
                        için mühlet istediler. Bunu kendileri için tehlikeli
                        bulup kabul etmediklerini bildirmek üzere Hz.
                        Peygamberin yanına geldiklerinde baktılar ki O
                        Hüseyin’i kucağına almış,
                        Hasan’ın elinden tutmuş, Hz. Fatıma ile
                        Hz. Ali’yi arkasına almış “Ben dua
                        edince siz de “âmin” dersiniz diyor. Hey’et başkanı
                        mübaheleyi kabul etmeyip cizye vererek İslâm hâkimiyeti
                        altında yaşamayı benimsediklerini
                        bildirdi. Hz. Peygamber de onlara, kendilerine verilen
                        hakları ve yükümlülükleri bildiren bir emanname
                        yazdı.
                        
                         62
                        – İşte sözün
                        doğrusu budur.
                        
                         Yoksa
                        Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur.
                        
                         Allah hiç
                        şüphesiz azîzdir, hakîmdir. (Mutlak galip, tam hüküm
                        ve hikmet sahibidir).
                        
                         63
                        – Eğer yüz çevirirlerse,
                        muhakkak ki Allah o fesatçıları hakkıyle
                        bilir.
                        
                         64
                        – De ki: “Ey
                        Ehl-i kitap! Bizimle sizin aramızda birleşeceğimiz,
                        müşterek ve âdil şu sözde karar kılalım:
                        
                        
                         “Allah’tan
                        başkasına ibadet etmeyelim.
                        
                         O’na hiçbir
                        şeyi şerik koşmayalım, kimimiz
                        kimimizi Allah’ın yanında rab edinmesin.”
                        
                         Eğer
                        bu dâveti reddederlerse: “Bizim, Allah’ın
                        emirlerine itaat eden müminler olduğumuza şahid
                        olun” deyin.
                        
                         Bu
                        dâvet, Kur’ân’ın, Hıristiyanlar başta
                        olarak bütün dinlere yönelttiği evrensel bir çağrıdır.
                        Bunda muhtelif milletlerin, farklı dinlerin, çeşitli
                        vicdanların temelli bir vicdanda, hak bir sözde
                        nasıl birleşebilecekleri ve İslâm’ın
                        insanlık âlemine ne kadar geniş, ne kadar açık
                        bir hidâyet yolu, bir hürriyet kanunu öğrettiği
                        görülmektedir.
                        
                         65
                        – Ey Ehl-i kitap!
                        Tevrat da, İncîl de kendisinden çok sonra gönderildikleri
                        halde, ne diye İbrâhim hakkında iddialaşıyorsunuz?
                        
                        
                         Buna da mı
                        akıl erdiremiyorsunuz?
                        
                         66
                        – Haydi diyelim ki
                        az çok bildiğiniz konularda tartışıyorsunuz.
                        
                         Peki ne
                        diye hakkında bilginiz olmayan hususlarda tartışıyorsunuz?
                        
                         Halbuki işin
                        doğrusunu Allah bilir, siz bilemezsiniz.
                        
                         67
                        – İşte bu
                        konudaki gerçek şudur: İbrâhim ne Yahudi, ne
                        Hıristiyan değildi, 
                        
                         Lâkin o
                        batıl dinlerden uzaklaşmış, tertemiz
                        halis bir müslüman idi, 
                        
                         Ve asla müşriklerden
                        olmamıştı.
                        
                         68
                        – İnsanlar içinde
                        İbrâhim’e en yakın olanlar, ona tâbi
                        olanlar, 
                        
                         bu
                        Peygamber ve bu Peygambere iman edenlerdir.
                        
                         Allah müminlerin
                        dostudur.
                        
                         69
                        – Ehl-i kitaptan
                        bir kısmı, sizi inancınızdan saptırmak
                        istedi.
                        
                         Halbuki
                        onlar sadece kendilerini saptırırlar da bunun
                        farkına bile varmazlar.
                        
                         70
                        – Ey Ehl-i kitap!
                        Siz de yanınızdaki kitaplarda doğruluğuna
                        tanık olup dururken, Allah’ın âyetlerini ne
                        diye inkâr ediyorsunuz?
                        
                         71
                        – Ey Ehl-i kitap! Niçin
                        bile bile hakkı batıl ile karıştırıyor,
                        
                         niçin bile
                        bile hakikati gizliyorsunuz?
                        
                         72-73
                        – Ehl-i kitaptan bir
                        gûruh birbirlerine, şöyle dediler:
                        
                         “Şu
                        müslümanlara indirilen Kitaba günün başlangıcında
                        (zahiren) iman edin, sonunda da inkâr edin,
                        
                         olur ki
                        onlar da şüpheye düşüp dinlerinden dönerler.
                        
                         Ve bir de
                        kendi dininize tâbi olandan başkasına sakın
                        ha güvenmeyin!”
                        
                         Ey Resûlüm,
                        de ki: Doğru yol, Allah’ın yoludur”
                        
                         Yine onlar
                        kendi aralarında: “Size verilen vahyin, başkalarına
                        da verildiğine 
                        
                         Veya
                        Rabbinizin huzurunda müslümanların karşı
                        delil getirip sizi mağlup edeceklerine inanmayın”
                        derler.
                        
                         De ki: “Lütuf
                        Allah’ın elindedir, dilediğine ihsan eder.
                        
                         Allah Vâsi
                        ve alîmdir (lütfu boldur, her şeyi hakkıyla
                        bilir). [57,29]
                        
                         74
                        – Rahmetini, nübüvvetini
                        dilediği kuluna has kılar. Allah büyük lütuf
                        ve inâyet sahibidir.”
                        
                         75
                        – Ehl-i Kitaptan öylesi
                        vardır ki kendisine yüklerle altın emanet bıraksan
                        onları sana öder.
                        
                         Ama öylesi
                        de vardır ki, bir altın bile versen başında
                        dikilip durmadıkça onu sana geri vermez.
                        
                         Bunun
                        sebebi, onların: “Ümmîler hakkında ne
                        yaparsak mübahtır, ondan dolayı sorumlu olmayız.”
                        demeleridir.
                        
                         Onlar bile
                        bile, Allah hakkında yalan uydururlar. [3,14]
                        
                         “Ümmîler”
                        kelimesi ile onlar burada, Yahudi olmayan ve kendi çevrelerinde
                        bulunan “Araplar”ı kasdediyorlardı.
                        
                         76
                        – Hakikat öyle değil,
                        kim ahdini yerine getirir ve haramlardan sakınırsa,
                        bilsin ki Allah da o sakınanları sever.
                        
                         77
                        – Önemsiz bir
                        menfaat karşılığında,
                        
                         Allah’a
                        verdikleri ahdi ve yeminlerini bozanların âhirette
                        hiçbir nasipleri yoktur.
                        
                         Kıyamet
                        günü Allah onlarla konuşmayacak.
                        
                         Onların
                        yüzlerine bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır.
                        
                         Onların
                        hakkı çok acı bir azaptır.
                        
                         78
                        – Ehl-i kitaptan
                        bir kısmı da, aslında kitaptan olmadığı
                        halde, 
                        
                         Sizin
                        kitaptan zannetmeniz için, 
                        
                        
                         Okurken ağızlarını
                        dillerini eğip bükerler (bazı kelimelerin
                        telaffuzunu değiştirirler).
                        
                         Bir şeyler
                        söyleyip “Bu Allah tarafındandır” derler.
                        Halbuki o, Allah tarafından değildir.
                        
                         Bile bile
                        Allah adına yalan uydururlar.
                        [2,75]
                        
                         79
                        – Allah’ın
                        kendisine kitap, hüküm, nübüvvet verdiği hiçbir
                        insanın kalkıp da halka: “Allah’ın
                        yanısıra bana da kul olun” deme yetkisi
                        yoktur.
                        
                         Lâkin o
                        insanlara: “Öğretmekte ve okuyup okutmakta olduğunuz
                        kitap sayesinde rabbanî olun” der.
                        
                         Hüküm: İlim, anlayış gücü, Allah’ın hükmünü
                        infaz etme yetkisi;
                        
                         Rabbânî: Fakih, âlim, muallim, eğitimci, ilmi ile âmil olan kimse
                        demektir.
                        
                         80
                        – Ve o size:
                        “Melekleri ve peygamberleri rab edinin” diye bir
                        emir de vermez.
                        
                         Siz
                        Allah’a boyun eğen müslüman olduktan sonra, 
                        
                         Hiç kalkıp
                        sizin küfre sapmanızı emreder mi?
                        
                         81
                        – Hem Allah,
                        vaktiyle peygamberlerden
                        
                         “size
                        kitap ve hikmet vermemden sonra, 
                        
                         Sizin yanınızda
                        bulunan kitabı tasdik edici bir peygamber geldiğinde,
                        mutlaka ona inanıp yardımcı olacaksınız”
                        
                        
                         diye söz
                        almıştır.
                        
                         Allah:
                        “Bunu kabul ettiniz, bu ağır yükümü sırtınıza
                        aldınız mı?” dediğinde onlar:
                        “Kabul ettik” diye kesin söz verince,
                        
                         Allah Teâla:
                        “Siz de şahit olun, zaten Ben de sizinle beraber
                        şahitlik edeceğim” buyurdu. [33,7; 7,172]
                        
                         Yüce
                        Allah bu mîsakı vahy ile almıştır.
                        O, gönderdiği her peygambere, Hz. Muhammed (a.s.)
                        ın vasıflarını bildirmiş ve ona
                        ulaştığı 
                        takdirde destek verme sözü almıştır.
                        Ayrıca onların da kendi ümmetlerine bu gerçeği
                        bildirmelerini istemiştir. “Sonra size (...)
                        peygamber geldiğinde” hitabının asıl
                        muhatapları Hz. Peygamberin çağdaşı
                        olan Ehl-i kitaptır.
                        
                         82
                        – Artık kim
                        bundan sonra haktan yüz çevirirse, işte onlar
                        dinden çıkmış fâsıklardır.
                        
                         83
                        – Göklerde ve
                        yerde bulunan kim varsa, gerek isteyerek, gerek
                        istemeyerek Allah’a itaat ederken, 
                        
                         Hepsi döndürülüp
                        O’na götürülürken, 
                        
                         Onlar kalkıp
                        Allah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar?
                        
                         84
                        – De ki: “Biz
                        Allah’a iman ettik.
                        
                         Bize
                        indirilen vahye, İbrâhim’e, İsmâil’e
                        İshak’a, Yâkub’a ve torunlarına indirilen
                        
                         keza Mûsâ’ya,
                        Îsâ’ya, hasılı bütün peygamberlere
                        Rableri tarafından verilen vahiylere de iman ettik.
                        
                         (Peygamberlikleri
                        noktasında) onlar arasında hiçbir ayrım
                        yapmayız ve biz yalnız Allah’a teslim oluruz.
                        [2,136]
                        
                         85
                        – Kim İslâm’dan
                        başka bir din ararsa, 
                        
                         Bilsin ki
                        bu din asla ondan kabul edilmeyecek 
                        
                         Ve o âhirette
                        ziyan edenlerden olacaktır.
                        
                         86
                        – Kendilerine kesin
                        ve açık deliller gelmiş ve Resulün hak
                        peygamber olduğuna şehadet etmiş iken, 
                        
                         imanlarından
                        sonra küfre sapan bir topluluğu hiç Allah hidâyete
                        erdirir mi? 
                        
                         Yok, yok!
                        Allah, zalimler güruhunu cennete giden yola koymaz,
                        emellerine kavuşturmaz.
                        
                         Zalimler,
                        iradeleriyle küfrü tercih ettikleri müddetçe, Allah
                        onlara hidâyet vermez. Yahut “Onlar kâfir olarak ölürlerse
                        Allah onları, cennete giden yola koymaz” demektir
                        (Nesefi)
                        
                         87
                        – Böylelerinin
                        cezası, Allah’ın, meleklerinin ve bütün
                        insanların lânetine uğramaktır.
                        
                         88
                        – Onlar bu lânetin
                        içinde ebedî kalacaklardır.
                        
                         Ne cezaları
                        hafifletilecek, ne de yüzlerine bakılacaktır.
                        
                         89
                        – Ancak daha sonra tövbe
                        edip nefislerini ıslah edenler, bu hükmün dışındadır.
                        Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir,
                        merhamet ve ihsanı boldur).
                        
                         90
                        – İmanlarından
                        sonra küfre sapanların, 
                        sonra inkârda daha da ileri gidenlerin 
                        
                         Tövbeleri
                        asla kabul edilmez. 
                        
                         İşte
                        asıl sapıklar bunlardır.
                        [4,18]
                        
                         91
                        – İnkâr
                        yoluna sapan ve kâfir olarak can veren kimseler,
                        kurtuluş fidyesi olarak dünya dolusunca altın
                        verseler de, 
                        
                         Mümkün değil,
                        hiçbirinden kabul edilmeyecektir.
                        
                         Bunların
                        hakkı, çok acı bir azaptır ve
                        kendilerini bundan kurtaracak olan da yoktur. [2,123;
                        14,31; 5,36]
                        
                         92
                        – Sevdiğiniz
                        mallarınızdan Allah yolunda harcamadıkça
                        “fazilet” mertebesine ulaşamazsınız.
                        
                         Bununla
                        beraber her ne infak ederseniz, Allah mutlaka onu bilir.
                        
                         Birr: “fazilet, iyilik, hayır” demektir. Bu vasfı haiz
                        olan kimseye berr
                        (çoğulu: ebrar) denir. Müminin ibadetinin özünde Allah sevgisi olup
                        O’nun rızasını her şeyden üstün
                        tutmalıdır. Ebrar defterine kaydedilmek için,
                        kişinin sevdiği şeyleri Allah yolunda
                        harcaması gerekir. Yoksa takvâ, bazı şeklî
                        tarafları tamamlamakla elde edilmez.
                        
                         93
                        – Tevrat
                        indirilmeden önce, İsrail’in (yani Yâkub’un)
                        kendi nefsine haram kıldığı hariç,
                        diğer bütün yiyecekler İsrailoğullarına
                        helâl idi.
                        
                         De ki:
                        İşte meydan! İddianızda samimi
                        iseniz Tevrat’ı getirip okuyun!
                        
                         94
                        – Artık kim
                        bundan sonra Allah adına yalan söylerse, işte
                        onlar zalimlerin tâ kendileridir.
                        
                         95
                        – Sen: “Sadakallah:
                        Allah sözün doğrusunu söyledi.” de. 
                        
                         Haydi bakalım
                        Allah’ı bir tanıyarak İbrâhimin dinine
                        uyun. 
                        
                         Pek iyi
                        bilirsiniz ki o, asla müşriklerden olmamıştı.
                        
                         96
                        – İbadet yeri
                        olarak yeryüzünde yapılan ilk bina Mekkedeki Kâbe
                        olup, pek feyizlidir, insanlar için hidâyet rehberidir.
                        [2,125]
                        
                         Kıble
                        ilkin Mescid-i Aksa iken, hicretten bir buçuk yıl
                        sonra Kâbe olarak değiştirilmişti.
                        Yahudiler “peygamberlerin kıblesi değiştirildi”
                        diye itiraz ettiler. Bu âyet Hz. İbrâhim tarafından
                        Mekkede bina edilen Kâbenin daha kıdemli bir kıble
                        olduğunu hatırlatarak itirazlarını
                        cevaplandırmaktadır. Hz. Süleyman tarafından,
                        M.Ö. bin yıllarında yaptırılan
                        Mescid-i Aksa ile Kâbe arasında yaklaşık
                        bin yıl kadar bir zaman vardır.
                        
                         97
                        – Orada apaçık
                        alametler ve deliller, İbrâhimin makamı vardır.
                        Kim Beytullaha girerse korkudan emin olur. 
                        
                         Ziyarete gücü
                        yeten herkese Beytullahı ziyaret etmek, Allah’ın
                        onun üzerindeki hakkıdır. 
                        
                         Nankörlük
                        edip bu hakkı tanımayana Allah’ın hiçbir
                        ihtiyacı yoktur, o bütün âlemlerden müstağnidir.
                        [29,67; 106,3-4]
                        
                         Kâbede
                        karşılaşılan birçok işaret ve
                        makbuliyet delili vardır. Verimsiz bir yerde olmasına
                        rağmen, orada rızık sıkıntısı
                        çekilmemesi, her taraftan ziyaretçi gelmesi, bütün
                        Arap yarımadasında 2500 yıl kadar öncesinden
                        beri etrafta anarşi sürerken yılda dört ay Kâbe
                        ve çevresinde tam güvenliğin hakim olması,
                        M.S. 571 yılında Kâbeyi yıkmaya gelen
                        Ebrehe ordusunun perişan olması gibi mûcizevi
                        durumlar hatırlatılıyor.
                        
                         98
                        – De ki: Ey Ehl-i
                        Kitap, niçin Allah’ın âyetlerini inkâr
                        ediyorsunuz? Halbuki Allah yaptığınız
                        her şeyi görmektedir.
                        {KM, Yeremya 29,23}
                        
                         99
                        – De ki: Ey Ehl-i
                        Kitap! Siz gerçeği görüp bildiğiniz halde,
                        niçin Allah’ın yolunu eğri göstermeye
                        yeltenerek iman edenleri Allah yolundan menediyorsunuz?
                        Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
                        
                         100
                        – Ey iman edenler!
                        Eğer Ehl-i Kitaptan bir kısmına uyacak
                        olursanız, iyi bilin ki onlar sizi imanınızdan
                        sonra küfre çevirmek isterler. [2,
                        109; 4,89; 3,72]
                        
                           |