KUR'AN-I KERİM İNDEKS

3 – ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ (101-200)

101 – Sizler nasıl küfre dönebilirsiniz ki önünüzde Allah’ın âyetleri okunuyor, aranızda Allah’ın resulü bulunuyor?

Kim Allah’a gönülden sımsıkı bağlanırsa muhakkak ki o doğru yola konulmuştur. [57,8-9]

102 – Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekirse öylece sakının.

Ona lâyık olduğu tazimi gösterin ve ancak O’na teslim olan müslüman olarak can verin.

103 – Hepiniz toptan, Allah’ın ipine (dinine) sımsıkı sarılın, bölünüp ayrılmayın.

Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın:

Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi birbirine ısındırmış ve onun lütfu ile kardeş oluvermiştiniz.

Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oraya düşmekten de sizi O kurtarmıştı.

Allah size âyetlerini böylece açıklıyor, ta ki doğru yola eresiniz. [8,63]

İslâm’dan önce Arabistanda insan hayatının hiç değeri kalmamıştı. En ufak sebeple insanlar vicdansızca öldürülüyordu. Kabîle savaşlarının, kan dâvalarının sonu gelmiyordu. Meselâ Medinedeki Evs ve Hazrec kabileleri 120 yıldan beri sürekli savaş halinde idiler. İslâm sayesinde birbirlerinin kardeşi oldular.

104 – Ey müminler! İçinizden hayra çağıran, iyiliği yayıp kötülükleri önlemeye çalışan bir topluluk bulunsun.

İşte selâmet ve felahı bulanlar bunlar olacaklardır. [3,110.114; 7,157; 9,71.112; 22,41; 31,17]

105 – Kendilerine kesin delillerin gelmesinden sonra bölünüp ihtilafa düşenler gibi olmayın. Onlar için büyük bir azap vardır.

106 – Gün gelecek, birtakım yüzler ağaracak, bir takım yüzler ise kararacak.

Yüzleri kararanlara: “Siz misiniz denecek, imanınızdan sonra inkâra sapanlar? Tadın bakalım inkârınız sebebiyle bu acı azabı!” [75,22-25; 80,38-41; 88,2-8]

107 – Yüzü ak olanlar ise Allah’ın rahmetindedirler. Hem de orada ebedi kalacaklardır.

108 – İşte bunlar Allah’ın âyetleridir ki onları sana hakkı gerçekleştirmen için Biz okuyoruz.

Çünkü şu kesindir ki Allah insanlara zulmetmek istemez.

109 – Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ındır,  ve bütün işler sonunda O’na raci olur, bütün işleri O hükme bağlar.

110 – Ey Ümmet-i Muhammed! Siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz:

İyiliği yayar, kötülüğü önlersiniz, çünkü Allah’a inanırsınız.

Ehl-i kitap da bu imana gelseydi, elbette kendileri için iyi olurdu.

İçlerinden iman edenler varsa da ekserisi dinden çıkmış fâsıklardır. [2,143]

Hz. Muhammed ümmetinin ayırıcı özelliği: Tevhid, iyiliği yayma ve kötülüğü önleme olarak bildirilip bu itibarla en hayırlı ümmet vasfını kazandığı vurgulanıyor. İyilik diye çevirdiğimiz ma’ruf: İslâm’ın ve aklın meşrû ve makbul saydığı şeydir. Kötülük, yani münker ise: İslâm’ın ve aklın gayri meşrû, kötü saydığı şeydir. Bu görev, yalnız yöneticilerin değil, imkânlarına göre bütün müminlerindir. Hayırlı ümmet olmak için, çoğunluğun bu vasfı taşıması gerekir. Ehl-i kitabın kınanmasının sebebi, çoğunluğun kötü tarafta yer alıp, az olan iyilerin de bu görevi terketmeleri idi.

111 – Onlar size hiçbir zarar veremezler, olsa olsa incitirler.

Sizinle savaşacak olurlarsa, arkalarını dönüp kaçarlar.

Kendilerine yardım eden de bulunmaz.

112 – Allah’tan gelmiş olan bir ipe ve insanlar tarafından uzatılan bir ipe (sisteme) tutunmaları müstesna,

onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, üzerlerine zillet damgası vurulmuştur.

Allah’ın gazabına uğramış, meskenete mahkûm edilmişlerdir.

Bu, onların Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve nahak yere peygamberleri öldürmeleri sebebiyle olmuştur.

Çünkü âsi olmuşlar ve haddi aşmışlardır.

Yani: Onların dünyada elde ettikleri güvenlik, kendileri tarafından kazanılmış değil, başkalarının yardımı sayesinde olmuştur. Onlar bu güvenliği ya Allah’ın hükmüne göre müslümanlardan veya başka sebeplerle gayri müslim devletlerden almaktadırlar.

113 – Ehl-i kitabın hepsi bir değildir.

Onların içinde öyle dosdoğru bir cemaat vardır ki,

Gece saatlerinde Allah’ın âyetlerini okuyarak secdelere kapanırlar. {KM, Mezmurlar 42,9; 77,3; 134,2. Resullerin işleri 16,25}

114 – Bunlar Allah’ı ve âhireti tasdik eder, iyiliği yayar, kötülükleri önler ve hayırlı işlere yarışırcasına koşarlar.

İşte onlar salihlerdendirler. [3,110]

115 – Yaptıkları hayır ve iyiliklerden, mükâfatsız kalan bir tek iyilik bile bulunmayacaktır.

Allah günahlardan korunan takvâ ehlini pek iyi bilir.

116 – Kâfir olanların ne malları ne de evlatları, kendilerini Allah’ın cezasından asla kurtaramaz.

Onlar cehennemlik olup orada ebediyyen kalacaklardır.

117 – O batıl yollarda olanların bu dünya hayatında harcadıkları malların durumu,

Kendi öz canlarına zulmeden kimselerin ekinine isabet eden

Ve o mahsulü kasıp kavuran bir rüzgarın durumuna benzer.

Doğrusu Allah onlara zulmetmedi, ama onlar kendi kendilerine zulmettiler.

Hak dini inkâr eden akımlar değişik de olsalar, batıl olmakta müşterektirler. Bunlar servetlerini sırf dünya için değerlendirirler. Fakat sırf dünyaya yöneldikleri halde dünyayı da doğru dürüst yönetemezler. Zira dünya - âhiret dengesi üzerinde duran fıtrata karşı çıkarlar. Bu sebeple harcamalar dengesiz olur. Tahrib edici silahlanma uğruna milyarlar seferber olur. Yüz milyonlar aç iken böylesi harcamalar yapılır. Fakat sonunda, dünya hayatı bile perişan olur.

118 – Ey iman edenler! Siz müslümanlardan başkasını sırdaş edinmeyin.

Çünkü onlar size şer ve fesat çıkarmada ellerinden geleni bırakmazlar.

Dâima sizin sıkıntıya düşmenizi isterler.

Size olan düşmanlıkları, zaten ağızlarından taşıp meydana çıkmıştır.

Kalplerinin gizlediği düşmanlık ise daha fazladır. 

Âyetlerimizi size iyice açıkladık. Eğer akıllarınızı kullanırsanız, onlardan yararlanırsınız.

119 – İşte siz o kimselersiniz ki o düşmanlarınızı seversiniz,

Halbuki siz bütün kitaplara iman ettiğiniz halde, onlar sizi sevmezler.

Hem huzurunuza geldiler mi “âmenna!” biz de “inandık!” derler. Aralarında başbaşa kaldıkları vakit de, size duydukları kin ve düşmanlık sebebiyle, parmaklarını ısırırlar.

De ki: “Geberin kininizle!” Allah bütün kalplerin künhünü bilir.

120 – Size bir ferahlığın, bir nimetin ulaşması onları tasalandırır.

Bir fenalığın gelmesine ise, âdeta bayılırlar.

Şayet siz sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, onların tuzakları size hiçbir zarar veremez.

Çünkü Allah, elbette onların yaptıklarını ilmiyle, kudretiyle kuşatmıştır.

121 – Hani bir vakit, ey resulüm, sen ailenden sabah erken ayrılmış, müminlere savaş mevzileri hazırlamak için yola çıkmıştın.

Allah, semî ve alîmdir (hakkıyla işitir ve bilir).

Buradan itibaren Uhud savaşı vesilesi ile birtakım ilahî buyruklar, müminlere ebediyyen ders vermek üzere tescil ediliyor. Hicretin 3. yılında Kureyş, müslümanlara göre çok daha üstün bir kuvvetle Medine’ye saldırdı. Savaş pek zorlu geçti. Müslümanlar galip gelmişlerdi ki Hz. Peygamber (a.s.)ın talimatını unutma ve ganimet peşine düşme sonucu, durum değişti. Müslümanlar yetmiş kadar şehid verdiler. Gâlibiyet ortada kaldı. Allah’ın hikmeti, müminlere çeşitli dersler vermek istedi.

122 – Ve hani sizden iki bölük, Allah da kendilerinin yardımcıları olduğu halde, korkarak geri çekilmeye yeltenmişlerdi.

Halbuki müminlere düşen, yalnız Allah’a dayanıp güvenmeleridir.

Bunlar Beni Seleme ile Beni Hârise olup münafıkların başkanı İbn Übey 300 adamı ile ayrıldığında onlar da tereddüde düşmüşlerdi. İbn Übey, istişare sırasında Medine dışına çıkmamayı önermişti. Hz. Peygamber’in de şahsî görüşü bu şekilde idi. Onun için, gönülsüz olarak Uhud’a çıkmıştı.

123 – Gerçekten, sizler birkaç biçare iken, Bedir’de Allah sizi yardımına mazhar etmişti.

O halde Allah’a karşı gelmekten sakının ki şükretmiş olasınız.

Bedir, Medine’nin 120 km. güneybatısında, Kızıldeniz sahiline 20 km, uzaklıkta, Mekke-Suriye yolu üzerinde bir köydür. Hicrî 2. yıl ramazan ayında vuku bulan savaş müslümanların kesin zaferleriyle sonuçlanmıştı.

124 – O vakit sen müminlere: “Rabbinizin, indirdiği üç bin melek ile size imdad göndermesi yetmez mi?” diyordun. [8,9-10; 9,26.40; 33,9] {KM, II Samuel 5,24; II Makkabe 5,2-4; Matta 26,53}

125 – Evet, eğer sabreder ve itaatsizlikten sakınırsanız, -düşmanlarınız da hemen üzerinize geliverirlerse-

Rabbiniz, formalı formalı tam beş bin melek göndererek size yardım edecektir.

126 – Allah bu imdadı sırf size müjde olsun ve kalpleriniz bununla müsterih olsun diye yaptı.

Nusret ve zafer, ancak (mutlak galib, tam hüküm ve hikmet sahibi), azîz ve hakîm olan Allah tarafından gelir. [9,25-27; 47,4; 3,160]

127 – Evet, Allah Teâla kâfirlerden ileri gelenleri imha etmek

Veya onları başaşağı ederek ümitsiz bir hale düşürmek için size bu imdadı gönderdi.

128 – Bu hususta sana ait bir iş yoktur:

Allah ister onlara tövbe nasib edip bağışlar, ister nefislerine zulmettikleri için onları cezalandırır.

Senin görevin sadece uyarıp irşad etmektir. [13,40; 28,56]

129 – Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır.

O dilediğini affeder, dilediğini cezalandırır. Allah gafurdur, rahimdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).

130 – Ey iman edenler! Kat kat faiz yemeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki felah bulasınız. [2,275]

Cahiliye döneminde faizli borçlar vâdesinde ödenmez ve borçlu sürenin uzatılmasını isterse, tefeci borcun miktarını artırır, böylece zamanla faiz, anaparayı geçerdi. Âyet faizi mutlak olarak yasaklamakta olup, kat kat olma şartı o zaman carî olan durumu bildirmektedir. (Bkz. 2,275-276, 278)

131 – Hem kâfirler için hazırlanmış bulunan o ateşten korunun!

132 – Allah’a ve Resulüne itaat edin ki merhamete nail olasınız.

133 – Rabbiniz tarafından bir mağfirete,

Genişliği göklerle yer kadar olan ve

Müttakiler için hazırlanmış olan bir cennete doğru yarışırcasına koşuşun! [57,21]

134 – O müttakîler ki bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar,

Kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler.

Allah da böyle iyi davrananları sever.

135 – O müttakiler ki çirkin bir iş yaptıklarında veya kendi nefislerine zulmettiklerinde, peşinden hemen Allah’ı anar, günahlarının affedilmesini dilerler.

Zaten günahları Allah’tan başka kim affeder ki?

Bir de onlar bile bile işledikleri günahlarda ısrar etmez, o günahları sürdürmezler. [9,104; 4,110]

136 – İşte onların mükâfatları, Rab’leri tarafından büyük bir af ile, kendilerinin ebedî olarak kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetler olacaktır.

Güzel iş yapanların mükâfatı ne de güzel!

137 – Sizden önce, Allah’ın koymuş olduğu hayat kanunlarına uygun olarak, nice olaylar, ümmetler geçti...

İsterseniz dünyayı gezip dolaşın da dîni yalan sayanların âkıbetlerini görün!

138 – İşte bu, bütün insanlara yöneltilen bir açıklamadır,

Haramlardan korunacak müttakiler için bir hidâyet ve öğüttür.

139 – Sakın yılmayın, üzüntüye kapılmayın, eğer iman ediyorsanız mutlaka üstün gelirsiniz.

Muhtemel başka mânalar:

“Eğer mümin iseniz, yılmayınız üzüntüye kapılmayınız. Çünkü siz hep üstünsünüz.”

Şu mâna da mümkündür:

“Siz, konum bakımından daha üstün iken yılmayın, üzüntüye kapılmayın. Zira siz, Allah rızası gibi yüce bir gaye ile, O’nun dinini yüceltmek için savaşıyorsunuz. Onlar ise şeytan yolunda savaşıyorlar. Hem sizden olanlar cennette, onlardan olanlar cehennemdedirler.” (Nesefi)

140-141 – Şayet siz yara aldı iseniz, karşınızdaki düşman topluluğu da benzeri bir yara aldı.

İşte Biz, Allah’ın gerçek müminleri meydana çıkarması,

Sizden şehitler edinmesi, müminleri tertemiz yapıp kâfirleri imhâ etmesi için, zafer günlerini insanlar arasında nöbetleşe döndürür dururuz.

Allah zalimleri sevmez.

142 – Allah, sizin içinizden cihad edenlerle sabır gösterenleri ayırd edip meydana çıkarmadan, kolayca cennete girivereceğinizi mi zannettiniz? [2,214; 29,2]

143 – Siz ölümle yüzyüze gelmeden önce, şehid olmayı temenni etmiştiniz.

İşte şimdi onu âyan beyan gördünüz.

144 – Muhammed, sadece resuldür, elçidir.

Nitekim ondan önce de nice resuller gelip geçmiştir. Şayet o ölür veya öldürülürse,

Siz hemen gerisin geriye dinden mi döneceksiniz?

Kim geri döner, dinden çıkarsa, bilsin ki Allah’a asla zarar veremez.

Ama Allah hidâyetin kadrini bilip şükredenleri bol bol mükâfatlandıracaktır. [33,40; 57,2; 58,29; 61,6]

Bu âyet Uhud savaşında münâfıkların yıkıcı dedikodularına cevap mahiyetindedir. Savaşta Hz. Peygamber (a.s.) ın öldürüldüğü haberi yayılınca müminler üzüldü, münâfıklar ise çeşitli planlar, dinden dönme vs. düşüncelerine girdiler. Cenab-ı Allah ebedi dâvanın fanî şahıslar üzerine bina edilmediğini hatırlatmak üzere böyle buyurmuştur.

Hz. Peygamber (a.s.) ın vefat ettiği gün, o müthiş üzüntü sırasında Hz. Ebû Bekir (r.a) mescide gelerek ashaba şöyle hitap etti: “Bakın! Kim Muhammede tapıyor idiyse, bilsin ki Muhammed öldü. Kim Allah’a tapıyorsa, Allah diridir, asla ölmez” deyip peşinden bu âyeti okuyunca, ashab bu âyeti âdeta tamamen unutmuş olduklarını hayretle görmüşlerdi.

145 – Allah izin vermedikçe hiç bir kişi ölemez.

Bu, belli bir vakte bağlanmış, takdir edilmiştir.

Her kim dünya mükâfatını isterse, kendisine dünyalık birşeyler veririz.

Kim âhiret mükâfatı isterse ona da bundan veririz.

Biz, şükredenleri elbette ödüllendireceğiz. [35,11; 6,2; 42,20; 17,18-19]

146 – Nice peygamberler gelip geçti ki onlarla beraber

Kendisini Allah’a adamış birçok rabbanîler savaştı.

Onlar, Allah yolunda başlarına gelen zorluklar sebebiyle asla yılmadılar,

Zayıflık göstermediler, düşmanlarına boyun da eğmediler.

Allah böyle sabırlı insanları sever.

147 – Evet onların bu durumda dedikleri sadece şu oldu:

“Ey bizim kerîm Rabbimiz, günahlarımızı ve işlerimizdeki aşırılıklarımızı affet!

Ayaklarımızı hak yolda sabit kıl ve kâfirler gürûhuna karşı bize yardım eyle.”

148 – Allah da onlara hem dünya mükâfatını, hem de o güzelim âhiret mükâfatını verdi.

Allah elbette muhsinleri, hep iyi davrananları sever.

149 – Ey iman edenler! Şayet siz kâfirlere itaat ederseniz, onlar sizi, dininizden döndürürler.

Siz de ziyana uğrayanlardan olursunuz.

150 – Bilakis sizin mevlânız Allah’tır, ve O yardım edenlerin en hayırlısıdır.

151 – O kâfirler, Allah’ın, tanrılıklarını kabul ettiğine dair hiç bir delil indirmediği bir takım nesneleri Allah’a ortak saydıkları için,

Onların kalplerine korku salacağız.

Onların gidecekleri yer cehennemdir.

Zalimlerin varacağı yer ne kötüdür!

152 – Allah size yaptığı yardım vaadini gerçekleştirdi:

O’nun izni ile o düşmanlarınızı kırıp geçiriyordunuz.

Allah’ın, size arzuladığınız galibiyeti göstermesine kadar, böylece bu vaad yerine geldi

Ama sonra siz isyan ettiniz, verilen emir hakkında çekiştiniz, yılgınlık gösterdiniz.

O esnada kiminiz dünya menfaatini istiyordu, kiminiz âhiret mükâfatını.

Sonra Allah sizi denemek için, onlara karşı size verdiği desteği geri çekti, bozguna uğradınız.

Bununla beraber sizin kusurlarınızı bağışladı da!

Zaten Allah müminlere bol lütuf ve inayet sahibidir.

Okçuların Hz. Peygamberin talimatını unutarak yerlerinden ayrılmalarındaki hataya işaret edilmektedir.

153 – O vakit siz savaş meydanından hızla uzaklaşıyor,

Dönüp hiç kimseye bakmıyordunuz.

Peygamber ise peşinizden sizi çağırıp duruyordu.

Bunun üzerine Allah, keder üzerine keder vererek sizi cezalandırdı.

Allah’ın sizi affetmesi, ne elinizden gidene, ne de başınıza gelen felakete esef etmemeniz içindir.

Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.

154 – Sonra o kederin peşinden üzerinize bir güven duygusu indirdi.

Sizden bir kısmını bürüyen tatlı bir uyku hali verdi.

Bir kısmınız ise can derdine düşmüş,

Allah hakkında Cahiliye devrindekine benzer, gerçek dışı şeyler düşünüyorlar:

“Bu işin kararlaştırılmasında bizim yetkimiz mi var? Ne gezer!” diye söyleniyorlardı.

De ki: “Bütün yetki ve karar Allah’ındır”

Onlar aslında içlerinde, sana karşı açığa vuramadıkları birşeyler saklıyor ve kendi aralarında:

“Bu emir ve komuta işinde bir payımız olsaydı, şimdi burada olmaz, öldürülmezdik” diyorlardı.

De ki: Siz evlerinizde dahi olsaydınız haklarında ölüm takdir edilenler, mutlaka düşüp ölecekleri yerlere doğru çıkacaklardı.

Allah, sizin içinizde olanı sınamak

Ve kalplerinizi her türlü vesveseden ve kirden arındırıp

Pırıl pırıl yapmak içindir ki bunu başınıza getirdi.

Allah sinelerin özünü dahi bilir. [48,12]

Bazı münâfıklar, müslümanlarla birlikte savaşa katıldıklarına pişman olmuşlardı. Aralarında konuşurken: “Yönetimde rolümüz olsaydı, fikrimizle hareket edilseydi, böyle perişan olmaz, bu kadar ölü vermezdik” diyorlardı. Böylece Peygamberimizi itham ediyor, müminlerin de maneviyatlarını bozuyorlardı.

155 – İki ordunun karşılaştığı gün içinizden arkasına dönüp kaçanlar var ya!

İşte onları, işlemiş oldukları birtakım hataları sebebiyle şeytan kaydırmak istemişti.

Allah yine de onları affetti. Çünkü Allah gafurdur, halimdir (çok affedici ve müsamahalıdır).

156 – Ey iman edenler! Dini inkâr edip de Allah için seferde ölen veya gazalarda öldürülen arkadaşları hakkında:

“Bizim yanımızda olsalardı ne ölürler, ne de öldürülürlerdi” diyenler gibi olmayın.

Allah bunu, onların gönüllerinde bir hasret, bir yürek yarası olarak bıraksın diye yaptı.

Hayatı veren de, alan da Allah’tır. Allah bütün yaptıklarınızı görür.

157 – Eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz,

Bilin ki Allah tarafından bir mağfiret ve rahmet, bütün insanların topladıkları mallardan daha hayırlıdır.

158 – Sizler ölseniz de, öldürülseniz de, sonunda Allah’ın huzurunda toplanacaksınız.

159 – İnsanlara yumuşak davranman da Allah’ın merhametinin eseridir.

Eğer katı yürekli, kaba biri olsaydın, insanlar senin etrafından dağılıverirlerdi.

Öyleyse onların kusurlarını affet, onlar için mağfiret dile,

Ve işleri onlarla müşavere et.

Bir kere de azmettin mi, yalnız Allah’a tevekkül et. Allah muhakkak ki Kendisine dayanıp güvenenleri sever. [9,128]

Bu âyet istişarenin ne derece önemli olduğunu gösterir. Şöyle ki: Düşman saldırısı karşısında Hz. Peygamber (a.s.) savaş stratejisi konusunda ashabını toplayıp danıştı. Şahsî fikrine göre, şehir dışına çıkmak yerine Medinede kalarak savunma savaşı yapılmalıydı. Karşı görüş taraftarları fazla olunca onların fikrine uyup Uhuda çıktı. Savaş neticesinde bunun iyi sonuç vermediği anlaşıldı. Buna rağmen hemen bu savaş akabinde gelen bu âyet istişareyi emrediyor. Demek ki danışmada büyük bir hayır ve bereket vardır.

160 – Eğer Allah size yardım ederse, size üstün gelecek hiç kimse olamaz.

Şayet o sizi yardımsız bırakırsa, artık O’ndan sonra kim size yardım edebilir ki?

Öyleyse müminler yalnız Allah’a güvenmelidirler.

161 – Emanete hıyanet etmek, bir peygamberin yapacağı bir iş değildir.

Her kim hıyanet edip de ganimetten veya kamuya ait hasılattan bir şey aşırır, bunu da gizlerse, kıyamet gününe o vebâlini aldığı şeyler, boynuna asılı olarak gelir.

Sonra her kişiye kazandığı şeylerin mükâfat veya cezası eksiksiz ödenir

Ve onlar asla haksızlığa uğratılmazlar.

162 – Allah’ın rıza yolunu tutmuş, o yolda koşan kimse, hiç Allah’ın hışmına uğrayan ve son durağı cehennem olan kimse gibi olur mu?

Ne kötü bir yerdir o cehennem! [13,19; 28,61]

163 – Rıza yolunu tutanlar Allah’ın huzurunda derece derecedirler. Allah insanların yaptığı herşeyi görür.

164 – Gerçekten Allah, kendi içlerinden birini, onlara âyetlerini okuması,

Onları her türlü kötülüklerden arındırması,

Kendilerine kitap ve hikmeti öğretmesi için resul yapmakla,

müminlere büyük bir lütuf ve inâyette bulunmuştur.

Halbuki daha önce onlar besbelli bir sapıklık içinde idiler. [2,129.151; 16,72; 41,6; 25,20; 12, 109]

165 – Hal böyle iken, düşmanlarınızın başına iki mislini getirdiğiniz bir bela sizin başınıza gelince: “Bu nereden geldi?” mi diyorsunuz?

De ki: “Bu felaket sizin yüzünüzdendir” Muhakkak ki Allah her şeye kadirdir.

Uhud’da müslümanlar yetmiş şehit verdiler. Oysa Bedir’de müşrikler 70 ölü, 70 de esir vermişlerdi. Böylece onların kaybı, müslümanlarınkinin iki misli olmuştu.

166-167 – İki ordunun karşılaştığı gün başınıza gelen musîbet Allah’ın izniyle olmuştu.

Bu da O’nun müminleri ayırd etmesi, münafıklık yapanları da meydana çıkarması için idi.

O münafıklara: “Gelin, Allah yolunda savaşın veya hiç olmazsa düşmanınızın size ve ailelerinize saldırmasını önleyin” denildiğinde:

“Biz savaş olacağını bilseydik size katılırdık” dediler.

Doğrusu o gün onlar imandan ziyade küfre yakın idiler. Onlar, ağızlarıyla, kalplerinde olmayan şeyleri söylüyorlardı. Ama Allah onların gizlediklerini pek iyi bilir.

Kureyş ordusunun saldırısı sebebiyle Uhud savaşı  öncesinde Hz. Peygamber, ashabı ile istişare etti. Şahsî görüşü, şehir dışına çıkmaksızın savunma yapmaktı. İbn Übeyy de bu görüşte idi. Gençler meydan savaşı isteyip ağır basınca, Hz. Peygamber de ordusunu gönülsüz olarak çıkardı. Onun bu halini ve şahsî fikrini bahane ederek, İbn Übey üç yüz kadar adamı ile ayrılıp Medineye döndüler. Müslümanlar yediyüz kişi olarak Medineyi savunmada yalnız kaldılar. Antlaşma gereği savaşa katılması gereken Yahudiler de, Cumartesine rastlamasını bahane ederek katılmadılar. İbn Übeyy grubuna: “Ahdiniz gereği, gelin Medineyi beraberce savunalım” denilince onlar: “Savaş olacağını sanmıyoruz. Bugün savaşacağınızı bilseydik biz de sizinle savaşırdık!” diyerek çekip gittiler.

Münafıklar bu sözleriyle şunu da kasdetmiş olabilirler: “Harp işinde mahir olanlar, sizin yaptığınıza “savaş” demezler. Sizin yaptığınız, kendinizi tehlikeye atmaktır” (Nesefî).

168 – Onlar o münafıklardır ki kendileri savaşa çıkmayıp evde oturmaları yetmiyor gibi, bir de kalkıp bilgiçlik taslayarak savaşta şehid olan arkadaşları hakkında: “Sözümüze kulak verselerdi böyle öldürülmezlerdi” derler. De ki: “Eğer, iddianızda tutarlı iseniz, haydi elinizden geliyorsa kendinizi ölümün elinden kurtarın bakalım!”

169 – Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! Bilakis onlar hayatta olup, Rab’lerinin katında yaşarlar, rızıklanırlar. [2,154]

170 – Allah’ın lütfundan ihsan ettiği nimetlere kavuşmaktan dolayı sevinç içindedirler. Arkalarından henüz kendilerine kavuşmayan müstakbel şehitlere, “kendilerine hiçbir korku olmayacağına ve üzüntü hissetmeyeceklerine” dair de müjde vermek isterler.

Hz. Peygamber (a.s.), Uhud şehitlerinin ruhlarının, yeşil kuşların içinde cennette aldıkları zevkleri nakleder ve sonunda: “Keşke Allah’ın bize neler verdiğini kardeşlerimiz bilse de cihattan çekinmeselerdi” demelerine karşılık, Cenab’ı Allah’ın “Sizden taraf Ben onlara bunu tebliğ ederim” buyurup bu âyeti gönderdiğini bildirir.

171 – Onlar Allah’ın nimeti ve lütfu ile ve Allah’ın müminlere olan mükâfatını zayi etmeyeceği müjdesiyle de sevinirler.

172 – Hele o yara aldıktan sonra Allah’ın ve resulünün çağrısına uyup gönül verenlere, hele onlar gibi ihsan ve takvâ sahiplerine pek büyük mükâfatlar vardır.

Uhud savaşından sonra Kureyş ordusu Mekke’ye doğru bir miktar yol aldıktan sonra, müslümanları yerle bir etme fırsatı ellerine geçmişken neden yapmadıklarına esef edip harp konseyi topladılar. Fakat sonuçta Medine’ye hücum kuvvetini kendilerinde bulamayıp Mekke’ye doğru devam ettiler. O sırada Hz. Peygamber de bir saldırı ihtimalini düşünerek Uhud’un ertesi günü “Kureyşi kovalayalım!” emrini verdi. Müminler bitkin, durum kritik olmasına rağmen çağrıya uydular ve Medine’den 15 km. kadar uzakta olan Hamra’ul-esed’e kadar gidip düşmâna göründüler. Üç gün orada kaldılar. Kureyş hücuma cesaret edemedi. Müslümanlar da bir nevi rövanş alarak maneviyatlarını kazandılar. Ayrılırken Ebû Süfyan: “Ertesi sene Küçük Bedir pazarında karşılaşalım” diye söz verdi.

173 – Onlar öyle kimselerdir ki halk kendilerine: “Düşmanlarınız olan insanlar size karşı ordu hazırladılar, aman onlardan kendinizi koruyun” dediklerinde, bu tehdit onların imanlarını artırmış ve “Hasbunallah ve ni’me’l-vekil” “Allah bize yeter. O ne güzel vekildir!” demişlerdir. [6,102; 11,12; 39,62]

174 – Sonra da kendilerine hiç bir fenalık dokunmadan,

Allah’tan bir âfiyet, selâmet ve lütuf ile geri döndüler ve Allah’ın rızasına uydular.

Allah çok büyük lütuf ve inâyet sahibidir.

175 – Size o haberi getiren adam şeytanın tekidir.

O sizi kendi dostları ile korkutmak ister.

Fakat siz mümin iseniz onlardan korkmayın, Ben’den korkun. [39,36-38; 58,21; 22,40; 47-7; 40,51-52; 4,76; 58,19]

Razî’ye ve birçok müfessire göre bu şeytandan maksat, Mekke’li müşriklerin Medinedeki müslümanlar arasında aleyhte propaganda yapmak üzere gönderdikleri Nuaym b. Mes’ud Eşceîdir. Demek burada, cin şeytanının insan kılığına girmiş şekli olan bir insî şeytan söz konusudur.

Uhud savaşı sonunda galip mağlup belli olmadı. Mekke’lilerin komutanı Ebû Süfyan ayrılırken: “Rövanşımız gelecek sene Bedir panayırında olsun!” diye bağırınca Peygamberimiz: “Öyle olsun!” dedi. Vakit gelince Mekkeliler korktular. Durumu kurtarmak için Nuaym’ı propaganda için gönderdiler. Fakat Hz. Peygamber yılmayıp oraya gitti. Sekiz gün kalıp galibiyetini tescil etti. Mekkeliler ise gelmediler.

İkinci tefsire göre: Cinnî şeytan, vesvesesi ile ancak dostları olan kâfir ve münâfıkları etkiler, yoksa Allah’ın dostları olan müminleri korkutamaz.

176 – İnkâra koşuşanlar sana kaygı vermesin, Onlar Allah’ın dînine asla zarar veremezler.

Allah onlara âhirette nasip vermemek istiyor. Onlara büyük bir azap vardır.

177 – İmana bedel inkârı tercih edenler Allah’ın dînine hiç bir zarar veremezler ve onlar için gayet acı bir azap vardır.

178 – O kâfirler kendilerine mühlet vermemizin kendileri hakkında hayır olduğunu sanmasınlar.

Onlara mühlet vermemiz, günahlarının artması içindir. Onlara zelil ve perişan eden bir azap vardır. [23,55-56; 68,44; 9,55]

179 – Allah müminleri içinde bulunduğunuz şu halde bırakacak değildir.

Sonunda temiz ile murdarı ayıracaktır.

Allah sizin hepinizi gayba vakıf kılacak da değildir.

Fakat Allah, resullerinden dilediğini seçer (onu gayba vakıf kılar).

O halde Allah’a ve resullerine iman edin. Eğer iman eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız size büyük mükâfat vardır. [72,26-27]

180 – Allah’ın kendilerine lütfu ile bol bol verdiği nimetlerde cimrilik edip harcamayanlar, sakın bu hali kendileri için hayırlı sanmasınlar. Hayır! Bu, onların hakkında şerdir.

Cimrilik edip vermedikleri malları kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır.

Kaldı ki göklerin ve yerin mirası Allah’ındır.

Allah ne yaparsanız hepsinden haberdardır.

Mal mülk sahipleri, mallarını bırakacak, toprağa yalnız gireceklerdir. Mal mülk asıl sahibine dönecektir.

181 – “Allah fakirdir biz ise zenginiz” diyenlerin sözlerini Allah elbette işitmiştir. Ama Biz onların dedikleri bu sözü

Ve peygamberleri nâhak yere öldürmelerini yazacağız

Ve “Tadın bakalım o yakıcı cezayı!” diyeceğiz. [2,245]

182 – İşte bu sizin ellerinizle işlediğiniz  günahların karşılığıdır. Çünkü Allah kullarına haksızlık edecek değildir. [2,95]

183 – Onlar dediler ki: “Allah, ateşin yakıp kor haline getireceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamızı emretti.”

Onlara cevaben de ki: “Benden önce birçok peygamber açık delillerin (mûcizelerin) yanında, sizin öne sürdüğünüz kurbanı da getirdiler. Peki sözünüzde samimî iseniz, onları niçin öldürdünüz?” [5,27; 2,91] {KM, Levililer 9,23-24; I Kırallar 18,38}

Bu, o Yahudiler tarafından Allah’a iftiradır Tevrat’ta yakılmış kurbanlardan bahsedilmekle beraber (Hakimler, 6,20-21; Levililer 9,24; II Tarihler 7,1-2) bunlar peygamberliğin asıl işaretlerinden sayılmazlar. Bunlar sadece Allah’ın yapılan takdimeyi kabul ettiğini gösteren alâmetlerdir. Onlar güya Hz. Muhammed’in nübüvvetini reddetmek için bu bahaneyi ileri sürdüler. Kur’ân itirazlarını ağızlarına tıkadı, dürüst olmadıklarını şöyle ispatladı: “Söyleyin bakalım: Bu şartınıza uyan Peygamberlerinizi neden öldürdünüz?” (Mesela İlyas (a.s.) a yaptıkları: I Krallar, 18 ve 19)

184 – Eğer onlar senin nübüvvetini yalan saydılarsa, üzülme!

Zaten senden önce açık deliller, mûcizeler, sahîfeler ve nurlu kitaplar getiren nice resullere de yalancı denilmişti. [16,44; 26,196; 35,25; 54,43]

185 – Her canlı ölümü tadacaktır.

Siz ey insanlar, çalışmalarınızın ücretini ancak kıyamet günü tam bir şekilde alacaksınız.

O vakit, kim ateşten uzaklaştırılıp cennete yerleştirilirse, işte o muradına ermiştir.

Yoksa bu dünya hayatı, aldatıcı ve geçici bir zevkten başka bir şey değildir. [87,16-17; 28,60; 55,26-27]

186 – Şu muhakkak ki gerek mallarınızda, gerek canlarınızda imtihana tâbi tutulacaksınız.

Sizden önce kendilerine kitap verilen Yahudi ve Hıristiyanlardan ve bir de müşriklerden sizi inciten bir çok söz işiteceksiniz.

Ama siz sabreder ve takvâ ölçüleri içinde korunursanız, muhakkak ki bu davranış, yapılacak işlerin en değerlisidir. [2,155-156; 2,109]

187 – Vaktiyle Allah Ehl-i kitaptan “Kitabı mutlaka insanlara açıklayıp anlatacaksınız,

Onu asla gizlemeyeceksiniz” diye teminat almıştı.

Fakat onlar bu ahdi önemsemeyerek kulak ardı ettiler,  onu az bir bahaya sattılar.

Bakın ne kötü bir alışveriş!

188 – Yaptıklarından ötürü sevinen,

Öbür taraftan yapmadıkları işlerden dolayı övülmek isteyen kimselerin

Sakın azaptan yakayı kurtaracaklarını sanma! Çünkü onlara o can yakıcı azap vardır.

Siyak itibariyle bu vasıflar, bir önceki âyette bildirildiği üzere, o zamanki Ehl-i kitap bilginlerinin vasıflarıdır. Zira İbn Abbas (r.a) ın dediği gibi “Hz. Peygamber (a.s.) bir defasında onlara bir şey sormuştu. Onlar da gerçeği gizleyip, ona başka bir şey söylediler. Yaptıkları bu iş hoşlarına gitti, üstelik verdikleri bu yanlış bilgiden ötürü bir de teşekkür beklediler.” Âyet onların içyüzlerini ortaya koydu.

Demek ki bu âyet birinci derecede: Yahudi bilginleri, ikinci derecede münafıklar, üçüncü derecede de müminler hakkında indirilmiş sayılır. Zira müminler, nefis ve şeytanın tesiriyle bu zaafa düşmesinler diye, onların durumlarından ders almalıdırlar.

189 – Göklerin ve yerin hakimiyeti Allah’ındır ve Allah herşeye kadirdir.

Allah Teâla kullarını; gökleri ve yeri, zaman ve mekânı dolduran kudret, san’at, hikmet harikası sayısız eserlerini tefekküre ve bu şuurla olan ibadete yöneltiyor. Hz. Peygamber bu âyet hakkında şöyle buyurmuştur: “Yazıklar olsun bunu çeneleri arasında çiğneyip de bunun hakkında düşünmeyenlere!”

190 – Muhakkak göklerin ve yerin yaratılışında,  gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde düşünen insanlar için elbette âyetler vardır. [12,105-106]

191 – Onlar ki Allah’ı gâh ayakta divan durarak,

Gâh oturarak, gâh yanları üzere zikreder,

Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler ve derler ki:

“Ey büyük Rabbimiz! Sen bunları gayesiz, boşuna yaratmadın.

Seni bu gibi noksanlardan tenzih ederiz.

Sen bizi o ateş azabından koru!” [4,103; 38, 27] {KM, Tesniye 6,7; 11,19}

192 – “Ey Ulu Rabbimiz! Sen kimi ateşe koyarsan, muhakkak onu rüsvay edersin. Zalimlerin hiç bir yardımcısı yoktur.”

193 – “Ya Rabbena! Biz, imana çağıran ve “Rabbinize inanın” diye tevhide dâvet eden bir zatı duyduk ve icabet ettik.

Artık Sen bizi affet, kusurlarımızı bağışla ve iyilerle birlikte bizim canımızı al.” [3,198]

194 – “Ya Rabbena! Resullerin vasıtasıyla bize vaad ettiğin mükâfatları bize lutfet, bizi kıyamet günü rüsvay ve perişan eyleme. Sen asla sözünden dönmezsin”

195 – Onların Rabbi de dualarına şöyle icabet buyurdu:

“Sizden gerek erkek, gerek kadın hayır işleyen hiçbir kimsenin çalışmasını zayi etmem. Çünkü siz birbirinizdensiniz, birbirinizden farkınız yoktur.

Benim rızam için hicret edenlerin, vatanlarından sürülenlerin,

Benim yolumda işkenceye, zarara uğrayanların,

Benim yolumda savaşanların ve öldürülenlerin,

Elbette kusurlarını örtecek ve elbette onları Allah tarafından mükâfat olarak içinden ırmaklar akan cenetlere yerleştireceğim. En güzel mükâfatlar Allah’ın yanındadır. [2,186; 60,1; 85,8]

196 – Hakkı inkâr edenlerin diyar diyar, refah içinde gezip durmaları sakın seni aldatmasın.

197 – Pek kısa bir zevk ve eğlenme!

Sonra varacakları yer ise cehennem! Orası ne fena bir yatak! [40,4; 10,69-70; 31,24; 86,17; 28,61]

198 – Lâkin Rabbine karşı gelmekten sakınanlara

Allah tarafından bir ikram olarak

İçinden ırmaklar akan cennetler var. Onlar orada ebedî kalacaklardır.

Allah’ın yanında olan mükâfatlar, elbette o hayırlı ve iyi insanlar için daha hayırlıdır.

199 – Ehl-i kitap içinde, Allah’a iman ettikleri gibi, Hakkı tazim ederek hem size hem de kendilerine indirilen kitaba inananlar da vardır elbet.

Onlar Allah’ın âyetlerini, değersiz bir menfaat karşılığında satmazlar.

İşte Rabbi nezdinde mükâfatları olanlar onlardır.

Muhakkak ki Allah hesabı pek çabuk görür. [28,52-54; 2,121; 7,159; 3,113]

200 – Ey iman edenler! Sabredin,

Sabır yarışında düşmanlarınızı geçin,

Cihad için daima hazırlıklı ve uyanık bulunun

Ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki felah bulup başarıya eresiniz.

Allah Teâla bu âyette felah (başarı) sırrını özetlemiştir. 1.Sabır (musîbete karşı sabır, taate devamda sabır ve günahlardan uzak durmada sabır). 2.Sabır yarışında düşmanları geçmek. 3.Cihad için devamlı uyanıklık (cemaatle namaz vesilesiyle birbirine bağlanma, Allah’ın dinini koruma ve yayma konusunda daimî gayret, uyanıklık ve İslâm hudutlarını korumada nöbet tutma.) 4.Allah’ın emirlerine karşı gelmekten sakınmak.