KUR'AN-I KERİM İNDEKS

4 – NİSÂ SÛRESİ

Medine’de takriben hicrî 6. yılda nazil olmuş olup, 176 âyettir. Kadınlar hakkında birçok hüküm ihtiva edip, Cahiliye döneminde mahrum oldukları yeni hakları kadınlara verdiğinden ötürü, bu sûreye “Kadınlar” mânasına gelen Nisa sûresi adı verilmiştir. Uzunluk itibariyle Bakara sûresinden sonra Kur’ân-ı Kerimin en uzun ikinci sûresidir.

Kur’ânda “Ey insanlar!” hitabı ile başlayan iki sûreden biri olup, ilk yarıdaki 4. sûredir. Bu hitap ile başlayan öbür sûre, ikinci yarının 4. sûresi olan Hac sûresidir. Nisa sûresindeki bu hitap, insanların tarihlerinin başındaki kardeşliğe, Hac sûresindeki âyet ise âhiret istikbaline dikkat çekmektedir.

Nisâ sûresi; Allah’ın hakları, bütün insanların kardeşliği, çocuklara, kadınlara, yetimlere şefkat edip haklarının verilmesi, mallarının korunması, evlenme, miras, temizlik, namaz, cihad, nizama uyma, toplumda müsamaha, dayanışma, emanete riayet, adalet, Ehl-i kitap ile münasebetler, Hıristiyanların Hz. Îsâ (a.s.) hakkındaki batıl iddialarını konu edinir.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1 – Ey insanlar! Sizi bir tek kişiden yaratan ve ondan da eşini yaratıp o ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar türeten Rabbinize karşı gelmekten sakının.

Adını anıp Kendisini vesile ederek birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’a saygısızlık etmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakınınız. Allah sizin üzerinizde tam bir gözeticidir. [7,189; 30,21; 39,6; 42,11] {KM, Tekvin 2,21-23}

Bütün insanlığın aynı baba ve annede birleşen bir tek aile oluşturduğunu, dolayısıyla insanların bu hukuka uygun davranmaları gerektiğini bildiren bu ilk âyet, sûrenin konuları için en mükemmel bir giriş durumundadır.

2 – Yetimlere mallarını verin, temizi verip murdarı almayın, onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü böyle yapmanız gerçekten büyük bir günahtır.

3 – Himayeniz altındaki yetim kızlarla evlenince haklarını gözetemeyeceğinizden, adaleti sağlayamayacağınızdan endişe ederseniz, onlarla değil, size helâl olup arzu ettiğiniz diğer kadınlarla iki, üç veya dört hanım olmak üzere evlenin.

Eğer bu takdirde de aralarında adaleti gerçekleştirmekten endişe ederseniz, bir kadınla veya elinizin altında olan cariyelerle yetinin. Bu durum, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır. {KM, Matta 25,1-12; Tesniye 21,10-14}

Bu âyet, erkek için dörde kadar eş ile nikâhlanma ruhsatı verir. Fakat eşler arasında adaleti gerçekleştiremeyen, âhirette olacağı gibi, dünyada da perişan olur.

4 – Evleneceğiniz kadınlara mehirlerini gönül hoşluğu ile verin. Eğer mehrin bir kısmını gönül rızasıyla size bağışlarlarsa onu içinize sine sine afiyetle yeyin.

5 – Allah’ın sizin maişetinizin başlıca vesilesi kıldığı mallarınızı, aklı ermeyen kimselerin ellerine vermeyin. Bu malları işleterek elde edeceğiniz gelirle onların ihtiyaçlarını sağlayın, giyeceklerini temin edin ve onlara tatlı sözler söyleyin, güzel tavsiyelerde bulunun.

6 – Yetimleri evlenme çağına varıncaya kadar gözetip deneyin. Akılca olgunlaştıklarını görürseniz mallarını kendilerine teslim edin. Büyüyünce ellerine alacakları düşüncesiyle o malları israfla tüketmeyin. İhtiyacı olmayan veli, yetim malına tenezzül etmesin. Muhtaç olan ise meşrû sûrette, ihtiyaç ve emeğine uygun olarak yararlansın. Onlara mallarını teslim ettiğinizde bunu şahitlerle tesbit ettirin. Allah hesab sorandır ve O’nun hesap sorması kâfidir. [6,152]

7 – Ana baba ile yakın akrabanın terikelerinde erkeklere hisse bulunduğu gibi, ana baba ile yakın akrabanın terikelerinde kadınlara -azından da çoğundan da- farz olarak belirlenmiş hisseler vardır.

Bu âyet mirasda beş prensip koyar: 1.Erkek gibi kadın da mirastan pay alır. 2.Az çok bütün mallar mirasa tâbidir. 3.Bu kural taşınabilir ve taşınamaz bütün mallar için geçerlidir. 4.Ölen kişi mal bırakırsa miras söz konusu olur. 5.Yakın akraba varken uzak akrabaya miras düşmez. Bu beş prensibi gayet özlü ihtiva eden bu âyet giriş yapılarak sonra miras payları belirtilir.

8 – Miras taksim edilirken varis olmayan akrabalar, yetimler, fakirler de orada bulunuyorlarsa, onlara da bir şey verin ve gönüllerini alacak tatlı sözler de söyleyin.

9 – Arkalarında eli ermez, gücü yetmez küçük çocuklar bıraktıkları takdirde, onların halleri nice olur diye endişe edenler, yetimlere haksızlık etmekten de öylece korksunlar da Allah’ın cezalandırmasından sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.

10 – Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, aslında karınları dolusu ateş yerler. Onlar, yarın harıl harıl yanan bir ateşe gireceklerdir.

11 – Miras konusunda, Allah çocuklarınız hakkında şöyle emreder: Erkeğin hakkı, kadının hissesinin iki mislidir. Şayet kadınların sayısı ikiden fazla ise onlar terikenin üçte ikisini alırlar. Eğer kız evlat tek ise terikenin yarısını alır.

Ana babaya gelince, ölenin çocuğu varsa, onun terikesinden her birine altıda bir hisse vardır. Eğer çocuğu yoksa ve kendisine ana babası varis oluyorsa annesine üçte bir hisse vardır.

Şayet ölenin kardeşleri varsa, ölenin yaptığı vasiyetin ifasından ve borcunun ödenmesinden sonra annenin hissesi altıda birdir.

Ana babanız ile evlatlarınızdan hangisinin size daha faydalı olacağını siz bilemezsiniz. Bunlar Allah’ın koyduğu farzlardır. Allah muhakkak ki alîm ve hakîmdir (her şeyi hakkıyla bilir, mutlak hüküm ve hikmet sahibidir).

Mirasta erkek evlat, kızın iki mislini alır. Zira İslâma göre erkek ailesini geçindirmekle yükümlüdür. Kadının böyle bir görevi yoktur. Kadının yükü kocasına ait iken, koca ailesini, çocuklarını, duruma göre anne ve babasının nafakasını yüklenmek zorundadır. Dolayısıyla bu hüküm tam adalettir.

12 – Eşlerinizin çocukları yoksa terikelerinin yarısı siz kocalarındır.

Eğer çocukları varsa dörtte biri size aittir. Bütün bunlar, yaptığı vasiyetin ve üzerindeki borcun ifasından sonradır.

Sizin de çocuğunuz yoksa terikenizin dörtte biri eşlerinizindir.

Eğer çocuğunuz varsa terikenizin sekizde biri onlara aittir.

Bunlar da yapacağınız vasiyetin ve borcunuzun ödenmesinden sonradır.

Eğer miras bırakan erkek veya kadın, çocuğu ve ana babası olmayan bir kimse olur ve onun erkek veya kız kardeşi de bulunursa, bunlardan her birinin hissesi altıda birdir.

Şayet onların sayısı daha fazla ise, o takdirde onlar üçte bir hisseye ortak olurlar.

Bu da yapılan vasiyet ve borcun ödenmesinden sonradır.

Bütün bunlar, varisler zarara uğratılmaksızın yapılacaktır.

Bu, Allah tarafından size bir buyruktur. Allah alîm ve halîmdir (her şeyi hakkıyla bilir, cezalandırmada aceleci değildir).

13 – İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’a ve resulüne itaat ederse Allah onu, içinden ırmaklar akan cennetlere ebedî kalmak üzere yerleştirir. İşte en büyük başarı da budur.

14 – Kim de Allah’a ve resulüne isyan eder ve Allah’ın sınırlarını aşarsa,

Allah onu da ebedî kalmak üzere ateşe koyar. Hem onu zelil ve perişan eden bir azab vardır.

15 – Zina eden kadınlarınız hakkında dört şahit isteyin. Eğer dört kişi şahitlik ederlerse, ölüm kendilerini alıp götürünceye veya Allah kendilerine bir yol gösterinceye kadar onları evlerde alıkoyun. [24,2] {KM, Tesniye 22,21; Levililer 19,20; 20,10.14; 21,9; Yuhanna 8,5}

16 – Sizden bir çift fuhuş yaparsa onlara eziyet edin. Eğer tövbe edip hallerini ıslah ederlerse onları cezalandırmaktan vazgeçin. Çünkü Allah, tevvab ve rahîmdir: (tövbeleri kabul eder ve çok merhametlidir). [17,32; 23,7]

a-Zina cezası olarak Kur’ânda ilk gelen hüküm bu âyetle bildirilen azarlama, bir iki pataklama kabilinden rahatsız etmedir. b-İkinci olarak, bu sûrenin 15. âyeti gelip zinakâr kadını evde hapsetme hükmünü getirmiştir. c-Son olarak ise 24,2 ile gelen yüz değnek cezasıdır. Bu bekârların cezası olup evli zinakârlar recmedilirler. Bazı alimlere göre, bu 16.âyet livata yapan erkeklere ait olup, onlara verilecek tâzir cezasını bildirmektedir.

17 – Allah’ın kabulünü vaad buyurduğu tövbe, kötülüğü ancak cahillik sebebiyle işleyip, sonra da çabucak vazgeçerek günahtan dönüş yapacak olanların tövbesidir. İşte Allah’ın, tövbelerini kabul edeceği kimseler bunlardır. Allah alîm ve hakîmdir (herkesin içini dışını hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).

18 – Yoksa makbul tövbe, kötülükleri yapıp edip de sonra kendilerinden birine ölüm gelip çattığında: “İşte ben şimdi tövbe ettim” diyenlerin tövbesi değil. Kâfir olarak ölen kimselerin tövbesi de değil. İşte öylesi kimselere, çok acı veren bir azap hazırladık.

Tövbenin makbul olmasına dair âyet ve hadisleri bir arada değerlendiren müfessirlerin vardıkları sonuç şudur: Can çekişme durumundan önce, henüz hayattan ümitsiz değil iken küfürden tövbe ile iman etmek geçerlidir. Fakat can çekişme halinde hayattan ümit kesme durumunda küfürden tövbe ve iman etmek geçerli değildir. İman ettikten sonra iyi işler yapabilecek bir zaman bulunmalıdır.

19 – Ey iman edenler! Kadınları zorla miras olarak almanız helâl olmaz. Çok belli bir fuhuş işlemedikçe onlara verdiğiniz mehrin bir kısmını ele geçirmek için onları sıkıştırmanız da size helâl değildir.

Onlarla hoşça, güzelce geçinin. Şayet onlardan hoşlanmayacak olursanız, olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur. [2,228] {KM, Tesniye 5,10}

Cahiliyede ölen bir erkeğin en yakın vârisi onun eşinin üstüne bir bez parçası atınca, onu kendi yönetimi altına geçirmiş olurdu. Sonra ister mehir vermeksizin onu nikâhına alır, ister diğer bir erkeğe nikâhlayıp mehrini kendisi alır, isterse böyle yapmayıp evinde âdeta hapsedip malına el koyardı. Âyet bu âdeti kaldırmaktadır.

Âyetin son kısmı, aile kurumunu ayakta tutmak için çok önemli bir prensip koymaktadır. Evliliğin başında kişinin eşinin, gerek güzellik, gerek ahlâk bakımından eksikleri olabilir. İyi yönlerini ortaya koymasına fırsat vermeden, sohbet ve ünsiyette bulunmadan, boşamaya girişmek doğru değildir.

20 – Bir eşinizden ayrılıp da yerine başka bir eşle evlenmek isterseniz, ayrıldığınız hanıma yüklerle mehir vermiş olsanız da, içinden ufak bir şey bile almayın.

Boşanmaya sebep uydurup iftira ederek, göz göre göre günaha girerek bunu almanız hiç münasip olur mu? [3,75]

Hz. Ömer (r.a) halife iken evlenmeyi kolaylaştırmak için mehir mikdarına üst sınır koymak isteyince, mescidin arka tarafından bir hanım da bu âyeti okuyarak: “Ya Emire’l-müminîn! Allah’ın verdiği imkânı almak doğru olur mu?” deyince Hz. Ömer derhal inceliğin farkına varmış, cemaatin huzurunda o hanımın haklı olduğunu kabul etmiştir.

21 – Nasıl alabilirsiniz ki birbirinize karılıp katıldınız, bir yastığa baş koydunuz,

Hem onlar siz kocalarından hukuklarını gözetme konusunda sağlamca te’minat da aldılar?

22 – Daha önce geçen durum bir tarafa, bundan böyle babalarınızın nikâhladığı kadınları artık nikâhlamayın.

Hiç şüphe yok ki bu, Allah’ın gazabına sebep olan bir hayasızlıktır. Ne iğrenç bir yoldur o! [6,151; 17,32]

Cahiliyede üvey anne ile nikâh normal karşılanırken, bu âyet onu yasaklamaktadır.

23 – Ey mümin erkekler! Şunlarla nikâhlanmanız haram kılınmıştır: Analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz,

Halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kızkardeş kızları,

Sizi emziren süt anneleriniz, süt kızkardeşleriniz,

Kayınvalideleriniz, kendileriyle zifafa girdiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız.

Fakat zifafa girmediğiniz eşlerinizin kızlarını nikâhlamanızda beis yoktur.

Keza öz oğullarınızın eşleri ile evlenmeniz ve iki kızkardeşi nikâhınız altında birleştirmeniz de haram kılındı.

Ancak daha önce geçen geçmiştir. Çünkü Allah gafur ve rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur). [33,4] {KM, Levililer 18,7-18; Tekvin 29,16-30}

Süt anne ve kardeşlerinde de, nesep (soy) yönünden olan mahremliğin cari olduğu âyette vurgulanmaktadır.

24 – Kocası olan kadınlarla da evlenmeniz haramdır, ancak harp esiri olarak eliniz altında bulunan cariyeler bundan müstesnadır. İşte bütün bunlar Allah’ın kesin hükümleridir.

Bu sayılanlardan başkalarını, iffetli yaşamak, zina etmemek şartıyla, mal harcayıp mehirlerini vererek nikâhlamanız helâldır.

Dikkat edin: Evlenerek beraberliklerinden yararlandığınız kadınlara, belirlenmiş olan mehirlerini verin, bu bir haktır. Ama belirledikten sonra, aranızda anlaşarak miktarını arttırıp eksiltmenizde size bir vebal yoktur. Allah alîm ve hakîmdir (her şeyi hakkıyla bilir, mutlak hüküm ve hikmet sahibidir). [4,4-21]

Bazı milletlerde evlenirken kadın erkeğe hatırı sayılır mal veya para (drahoma) verir. Bu, kendisine rağbet edilme sebeplerinden olur. İslâm’da ise kadının malına değil, kendisine önem verilir. Hatta, verilen değerin bir alâmeti olarak kocası ona biri peşin, öbürü evlendikten sonra verilmek üzere iki mehir verir. Nikâh akdi için mehrin mutlaka belirlenmesi gereklidir.

Fakat mehiri belirledikten sonra, eşlerin karşılıklı rızası ile yaptıkları indirimde veya borçtan kurtarmada bir mahzur yoktur.

25 – Sizden eşraftan olan hür mümin kadınlarla evlenecek servet ve gücü bulunmayanlar, eliniz altında olan mümin cariyelerle evlenebilir.

Allah sizin kadr-u kıymetinizi imanınızla bilir. Zaten siz müminler hep aynı aileden sayılırsınız.

Öyleyse, fuhuşta bulunmayarak, gizli dost da edinmeyerek, namuslu kadınlar olmak üzere onları, sahiplerinin izniyle nikâhlayın.

Mehirlerini de güzellikle kendilerine verin.

Eğer evlendikten sonra zina yaparlarsa, onlara hür kadınlara ait cezanın yarısı uygulanır. Cariye ile evlenme, sizden sıkıntıya düşmekten (zinaya sapmaktan) korkanlar içindir, yoksa sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Bununla beraber Allah gafurdur, rahîmdir (affı ve merhameti boldur). [9,60; 24,33]

26 – Allah size helâl ve haramı açıkça bildirmek, size daha önce geçmiş iyi insanların yollarını göstermek ve yuvanıza dönmenizi sağlayıp günahlarınızı bağışlamak ister. Allah alîm ve hakîmdir (her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir). {KM, Tesniye 22,21.28-29; Levililer 20,10; Yuhanna 8,5}

Âyetteki sünen (yollar) Nisâ sûresinin başından buraya kadar bildirilen emirler, kültürel ve sosyal düzenlemeler ile Bakara sûresinde daha önce bildirilmiş hükümlerdir. Allah bunları isterken, gelecek âyette bildirildiği üzere müşrikler, münâfıklar ve Yahudiler, Kur’ân’ın bu inkılabları hakkında müminleri şüpheye düşürmek ve ölçü dışına çıkarmak isterlerdi.

27 – Evet Allah sizin yuvanıza dönüş yapıp tövbenizi kabul buyurmak istiyorken,

O şehvetlerinin ardına düşenler ise büsbütün yoldan çıkmanızı isterler.

28 – Allah sizin yükünüzü hafifletmek ister, çünkü insan hilkatçe zayıf yaratılmıştır.

Haramlar, insan hürriyetini engelleme gibi görünür. Fakat unutmayalım ki kendi haline bırakılmış nefis, kötülüğe meyleder. Hem insanın ferdî hayatını koruyup iyileştirmek, hem de toplum içindeki diğer insanların hak ve hürriyetlerini, can, mal ve namuslarını korumak için Allah bu sınırlamaları getirmiştir.

29 – Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda meşrû olmayan yollarla yemeyin. Karşılıklı rıza ile yapılan bir ticaret yapmanız ise, elbette meşrûdur.

Sakın haram yiyerek, başkasının hakkını gasbederek kendinizi öldürmeyin. Allah size pek merhametlidir.

Âyette: “kendi kendinizi öldürmeyin!” emri: a-”Birbirinizi öldürmeyin!” veya “intihar etmeyin!” demektir. Veya b-“Haksız yere başkalarının mallarını alanlar toplumun nizamının bozulmasına sebeb olurlar; bu kendilerinin de sonunu hazırlayabilir.” anlamına gelebilir.

30 – Kim sınırları aşarak ve haksızlık ederek bunu yaparsa Biz onu ateşe sokacağız. Bu da Allah’a çok kolaydır.

31 – Eğer size yasaklanan günahların büyüklerinden kaçınırsanız, sizin öbür küçük günahlarınızı örtüp affederiz ve sizi değerli bir mevkiye yerleştiririz.

Büyük günahlar, Allah’ın kesin olarak haram kılmakla beraber işleyenleri âhirette azap ile tehdit ettiği günahlardır. Bir hadis-i şerife göre bunlar: Şirk, sihir, adam öldürmek, yetim malı yemek, zina, meşrû savaşta ordudan kaçmak, namuslu mümin kadınlara zina isnad etmektir. Bazı rivayetlerde anne babaya isyan, faiz yemek de bunlardan sayılmıştır Öyle anlaşılıyor ki en büyük günahlar, hepsinden kaçınmayı temin etmek için, müphem bırakılmıştır.

32 – Bir de Allah’ın kiminize kiminizden daha fazla verdiği şeyleri temenni etmeyin. Erkeklere çalışmalarından nasipleri olduğu gibi kadınlara da çalışmalarından nasipleri vardır. Çalışın da siz daha hayırlı şeyleri Allah’ın fazlından isteyin. Allah her şeyi hakkıyla bilir.  {KM, Çıkış 20,17}

33 – Ana ve babanın ve diğer akrabaların ölümlerinden sonra bırakacakları her terike için vârisler belirledik.

Yemin akdinin sizi bağladığı kimselere de paylarını verin. Muhakkak ki Allah her şeye şahittir.

Cahiliye döneminde müvalat akdi yapılarak mukaveleli mirasçı belirlenirdi. Bazı fakihlere göre bu veraset şekli, mirası akrabaya tahsis eden 8, 75 âyeti ile kaldırılmıştır. Hanefi mezhebine göre muvalat ile veraset devam edebilir. Şöyle ki: Herhangi bir kişi müslüman olur, varisi de bulunmazsa o bir dindaşına: “Tazminat ödemem gerekirse senin benim âkilemden olman, benim de ölümümden sonra sen bana vâris olman üzere müvalat yapalım” diye anlaşma yaparsa, bu akit geçerlidir.

34 – Kocalar eşleri üzerinde yönetici ve koruyucudurlar.

Bunun sebebi, Allah’ın bazı insanlara bazılarından daha fazla nimet vermesi ve bir de kocalarının mehir verme, evin masraflarını yüklenmeleri gibi malî yükümlülükleridir.

O halde iyi kadınlar: itaatli olan ve Allah kendi haklarını nasıl korudu ise, kocalarının yokluğunda, onların hukuklarını koruyan kadınlardır.

Dikbaşlılığından yıldığınız kadınlara gelince: Onlara evvela öğüt verin, vazgeçmezlerse yatakta yalnız bırakın ve bunlarla da yola gelmezlerse onları hafifçe dövün.

Şayet size itaat ederlerse, onlara yüklenmek için bir sebep aramayın.

Unutmayın ki üstünüzde çok yüce ve büyük olan Allah vardır. {KM, I Timote. 11,12; I Korintos. 11,3; Efes. 5,22}

Kocasına itaatsizlikte direten ve onun haklarını korumayan kadına burada sayılan üç işlem uygulanabilir. Eğer bir uyarma kâfi geliyorsa, gerisini yapmak doğru değildir. Dövmeye izin verilse de bu, yüze yapılmamak ve yara bere bırakacak tarzda olmamak şartıyla caizdir. Hz. Peygamber (a.s.) isteksiz olarak, sırf aile nizamını temine vesile olsun diye dövmeye izin vermiştir. Yani, Hz. Peygamber, âyete getirdiği açıklamada, bu dövme işinin son derece sınırlı olduğunu bildiren çok sayıda talimat vermiştir. Bunlardan biri de: “Darben gayre muberrih” yani “şiddetli olmayan, hafifçe” olmasıdır ki, meali Hz. Peygamberin bu tefsirine göre verdik.

35 – Eğer karı kocanın birbirinden ayrılacaklarından endişe ederseniz, o vakit, kendilerine erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin.

İki taraf işi düzeltmek isterlerse, Allah onları uyuşmaya muvaffak buyurur. Şüphesiz Allah  alîm ve habîrdir (her şeyi bilir, bütün maksatlardan haberdardır).

36 – Yalnız Allah’a ibadet edip O’na hiçbir şeyi şerik yapmayın.

Anneye, babaya, akrabalara,

Yetimlere, fakirlere, yakın komşulara, uzak komşulara,

Yol arkadaşına, garip ve yolculara,

Elinizin altındaki (köle, cariye, hizmetçi, işçi) lere de

Güzel muamele edin. Bilin ki Allah kendini beğenen ve övünüp duran kimseleri sevmez. [17,23; 31,14]

37 – O cimrilik eden, üstelik etrafındaki insanlara cimriliği tavsiye eden ve Allah’ın lütf-u fazlından kendilerine verdiği nimetleri gizleyen nankörler yok mu! İşte Biz onları zelil ve perişan edecek bir azap hazırladık. [100,6-7; 80,17]

38 – Mallarını halka gösteriş için harcayıp Allah’a ve âhiret gününe iman etmeyen kimseleri de Allah elbette sevmez.

Şeytan kimin arkadaşı olursa, artık o arkadaşların en kötüsüne düşmüş demektir. [2,264; 37,51; 41,25; 43,36; 50,23]

39 – Allah’a ve âhiret gününe inansalar ve Allah’ın kendilerine ihsan ettiği nimetlerden harcasalardı ne zararları olurdu sanki? Allah onları pek iyi bilmektedir.

40 – Şu kesindir ki Allah kullarına zerre kadar bile zulmetmez.

Ama kulun zerre kadar bir iyiliği bile olsa, onu kat kat artırır ve ayrıca Kendi tarafından büyük bir mükâfat verir. [21,47; 31,16] {KM, Mezmur. 62,13; Vahiy 22,12}

41 – Ey resulüm! Her ümmetten haklarında tanıklık edecek bir şahit (peygamber) celbettiğimizde ve seni de bütün onlara (ümmetine) şahit olarak getirdiğimizde, bakalım onların hali nice olacak? [39,69; 16,89]

42 – İşte o gün dini inkâr edip resûle isyan edenler, yerin dibine girmek, yerle bir olmak isteyecekler.

Onlar hiçbir sözlerini hiçbir kabahatlerini Allah’tan gizleyemezler. [78,40]

43 – Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi hakkıyla bilmedikçe namaza yaklaşmayın.

Yolculuk dışında cünüp iken de gusletmedikçe namaz kılmayın.

Eğer hasta veya yolculukta iseniz, veya tuvaletten gelmiş yahut hanımlarınızla yatmış olur da gusledecek su bulamazsanız,

O vakit temiz toprağa teyemmüm edin, arınmak niyetiyle yüzünüze ve ellerinize meshedin. Muhakkak ki Allah afüv ve gafurdur (af ve mağfireti boldur). [2,219; 5,90-91]

Sarhoş edici içki içmek, nihaî olarak haram kılınmadan önce bu şekilde iyice kısıtlanmıştı. İçenler ancak yatsı namazını kıldıktan sonra içebiliyorlardı. 5,90-91 ile ise mutlak olarak haram kılındı.

Teyemmüm: Su bulunmaz veya hastalık sebebiyle kullanmaya mani bir durum varsa, abdest veya gusül için, mânen temizlenmek niyeti ile, el temiz toprağa vurulup yüz ve kollar meshedilerek gerçekleştirilir. Bu izin, müslümana en azından bir nizama uyma, itaat edeceği bir mercinin huzurunda olma bilinci verir. Kişinin zihninde, kendisini temizleme ve namazın kutsal olduğu fikrini canlı tutar.

44 – Baksanıza kendilerine kitaptan nasip verilenlerin yaptıklarına!

Kendilerinin hidâyeti bırakıp sapıklığı satın almaları yetmiyormuş gibi, sizin de yolunuzu şaşırmanızı istiyorlar.

45 – Allah düşmanlarınızı pek iyi bilir. İşlerinizi üstlenen bir veli olarak da, bir yardımcı olarak da elbette Allah yeter!

46 – Yahudilerden bir kısmı, bazı sözleri aslî şeklinden ve mânasından saptırır, mesela: “İşittik” (ama isyan ettik), “işit” (hay işitmez olası!), ve râina derler.

Bu sözleri, ağızlarını eğip bükerek güya vaziyeti kurtarmak ve dinle alay etmek için söylerler.

Halbuki onlar sadece “İşittik ve itaat ettik”, “İşit!” unzurnâ (bizi de gözet), deselerdi kendileri için elbet daha hayırlı ve daha dürüst bir iş olurdu.

Fakat Allah, inkârları yüzünden onları rahmetinden kovdu. Artık onlar pek az iman ederler. [2, 75.104; 3,78]

Onlar parantez içindeki sözleri içlerinden veya ancak yanındaki arkadaşı işitecek şekilde sessizce söylüyorlardı. Müminlerin “raina: bizi gözet, bize himmet et” sözlerini de bahane ederek ağızlarını eğip bükerek, İbrânice’de hakaret ifade eden benzer bir lafza dönüştürüyorlardı.

47 – Ey kendilerine daha önce kitap verilen Ehl-i kitap! Yanınızdaki kitapları tasdik etmek üzere indirdiğimiz bu kitaba da iman edin.

İman edin: enseleriniz nasıl dümdüz ise bazılarınızın yüzlerini bir darbe ile gözden, ağızdan, azalardan ederek dümdüz hale getirmeden, veya Ashab-ı sebte yaptığımız gibi lânet etmeden! Allah’ın emri mutlaka yerine gelir. [2,65; 7,163] {KM, Çıkış 31,14; Sayılar 15,32-36

Ashab-ı sebt: Allah, Yahudilerin cumartesi günü balık avlamalarını yasaklamıştı. Bu yasağı dinlemeyen Eyle ahalisini Allah cezalandırmıştı.

48 – Şu muhakkak ki Allah Kendisine şirk koşulmasını affetmez, ama bunun altındaki diğer günahları dilediği kimse hakkında effeder.

Kim Allah’a ortak icad ederse müthiş bir iftira etmiş, çok büyük bir günah işlemiştir.

49 – Baksana o kendini temize çıkaranlara! Onların temiz olduklarını iddia etmeleri neye yarar ki?

Ancak Allah dilediğini temize çıkarır ve onlara kıl kadar olsun haksızlık edilmez.

50 – Bak nasıl da Allah adına yalan uydurup Ona iftira ediyorlar! Bu da, onlara belli bir günah olarak fazlasıyla yeter! [3,24; 2,111; 2,134]

51 – Baksana o kendilerine kitaptan bir nasip verilenlere!

Putlara, kâhinlere, şeytanlara, ne kadar batıl varsa hepsine iman ediyorlar ve yetmezmiş gibi,

Bir de kalkıp kâfirler hakkında “Onlar, müslümanlardan daha doğru yoldadır” diyorlar!

52 – İşte onlar, Allah’ın lânetlediği kimselerdir. Allah’ın lânetlediğini de yardım edip kurtaracak kimse bulamazsın.

53 – Yoksa onların mülk ve hâkimiyetten nasipleri mi var? Öyle olsaydı onlar insanlara bir kırıntı bile vermezlerdi! [7,100]

54 – Yoksa onlar Allah’ın lütfundan insanlara ihsan ettiği nimetlere karşı haset mi ediyorlar? Evet biz Âl-i İbrâhime de kitap ve hikmet verdik, hem de büyük bir hâkimiyet ve mülk verdik.

55 – Onlardan kimi ona inanmakta, kimi de ondan halkı engellemekte. İşte böyle engelleyenin hakkından, harıl harıl yanan cehennem gelir.

56 – Âyetlerimizi inkâr edenleri yarın cehenneme sokacağız.

Derileri kızarıp yandıkça, yerine taze deri yaratacağız, ta ki cezaları olan azabı iyice tatsınlar.

Şüphesiz ki Allah azîz ve hakîmdir (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibidir).

57 – Fakat iman edip güzel ve makbul işler yapanları ise, ebedî kalmak üzere içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştireceğiz. Onların orada tertemiz eşleri olacak. Hem onları nimetlerle sâyebân edecek bir gölgeliğe yerleştireceğiz. [2,25]

Sâyebân: Âyetin sonundaki “zıllen zalîlâ” koyu gölgelik mânasına gelir. Diğer birçok meal böyle karşılık vermiştir. Bu doğru olmakla birlikte, biz Elmalılı M. Hamdi Yazırın mealini tercih ettik. O zıl kelimesinin mecazî anlamına dikkat çekmektedir. Gerçekten zıl, Farsçada sâye ve Türkçe’deki gölge karşılıkları gibi mecazen geniş nimetler hakkında kullanılmaktadır. “Zıllen zalîlâ” koyu gölge ki tam daimî nimete işarettir. Çünkü refah sahipleri genellikle ferah gölgelerde yaşarlar. Nitekim dilimizde “sâyedâr olmak, sâyebân olmak” “sâyesinde yaşamak” tabirleri, nimet ve saadet mefhumlarındandır.

58 – Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adalete uygun tarzda hüküm vermenizi emreder. Allah bununla, size ne de güzel öğüt veriyor! Şüphe yok ki Allah semî ve basîrdir (sözlerinizi de, hükümlerinizi de hakkıyla işitir, bütün yaptıklarınızı hakkıyla görür).

59 – Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Resûlüne ve sizden olan ülülemre de itaat edin. Eğer Allah’a ve âhirete iman ediyorsanız, hakkında ihtilafa düştüğünüz meseleyi Allah’a ve resulüne arzediniz. Böyle yapmanız hem daha hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir. [16,43; 42,10] {KM, Çıkış 18,13-26; Tesniye 17,8; I Kırallar 3,16-28}

Ülülemr kelimesi geniş kapsamlıdır; müslümanların herhangi bir işinin başında olan her yöneticiye şamildir. Din alimleri, ülke yöneticileri, onların başında gelirler.

Hadis-i şerife göre: “Emrettiği şey günah olmadığı sürece, bir müslümanın, hoşlansın veya hoşlanmasın, yöneticinin emirlerine itaat etmesi gerekir.”

Bir başka hadis: “Allah’a isyanda (günah olan bir konuda) başkasına itaat haramdır. İtaat ancak meşrû hususlardadır.”

Bir başka hadis: “Sizin başınızda doğru olduğu gibi yanlışı da uygulayan yöneticiler olacaktır. Böyle bir durumda kim yanlış şeylerden nefret ederse sorumluluktan kurtulacaktır.” Bunun üzerine ashabdan bazıları: “Böyle yöneticilere karşı savaşmayacak mıyız?” diye sorunca Hz. Peygamber (a.s.): “Namazı kıldıkları müddetçe, hayır!” diye cevap vermiştir. (Müslim)

60 – Baksana hem sana indirilen hem de senden önce indirilen kitaplara inandığını iddia eden o münâfıkların yaptıklarına!

Kalkıp azgın şeytanın önünde muhakeme olmak istiyorlar.

Halbuki onlara o şeytanı reddetmeleri emri verilmişti.

Şeytan da onları haktan büsbütün saptırmak ister. [2,256; 39,17]

61 – Kendilerine “Haydi Allah’ın indirdiği Kur’ân’ın ve resulün hükmüne gelin!” denildiğinde münafıkların senden iyice geri durduklarını görürsün. [31,21; 24,51]

62 – Fakat işlediklerinin cezası olarak başlarına bir musîbet geldiği zaman ne olur?

Onlar hemen sana gelir, yemin billah ederek “Vallahi maksadımız sırf iyilik yapmak ve ara bulmaktan ibaret idi” derler. [2,95; 5,52]

63 – Allah onların kalplerinde ne var, ne yok pek iyi biliyor.

Onun için sen onlara aldırma, fakat kendilerine öğüt ver ve onlara kendilerine dair,  içlerine işleyecek beliğ sözler söyle.

64 – Biz hiç bir peygamberi, Allah’ın izni ile, kendisine itaat olunmaktan başka bir gaye ile göndermedik.

Eğer onlar kendilerine zulmettikleri vakit sana gelip de Allah’tan af dileseler, sen de resul olarak onların affedilmelerini isteseydin, elbette Allah’ı tövbeleri kabul eden, pek merhametli bulacaklardı. [3,152; 58,12]

65 – Hayır, hayır! Senin Rabbin hakkı için, onlar aralarında ihtilaf ettikleri meselelerde seni hakem kılıp,

Sonra da verdiğin hükümden ötürü içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın sana tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça iman etmiş olmazlar.

Hz. Muhammedi (a.s.m.) Allah’ın resulü kabul etmenin mânası, onun tebliğ ve tatbik ettiği inanç, düşünce ve yaşayış tarzını kabul etmek, bu hususlarda onu örnek almaktır. Yoksa Allah onu, insanlar peygamberliğine şehadet etsinler, fakat başkalarına tâbi olsunlar diye göndermemiştir.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Arzu ve heveslerini, benim getirdiğim ölçülere uydurmadıkça, sizden hiç biriniz mümin olduğunu iddia edemez.”

66 – Şayet onlara “Ölüme atılın” veya “Vatanınızdan ayrılın” (hicret edin) diye farzetseydik, pek azı müstesna, o farzı yerine getirmezlerdi.

Onlar kendilerine verilen öğütleri tutsalardı,  elbette kendileri için hayırlı olur, durumlarını daha da sağlamlaştırırlardı.

“Kendinizi öldürün” emri: “Kendinizi ölüm tehlikesine, cihad meydanına atın” mânasına gelebilir. Hz. Muhammed (a.s.) ın ashabının (r.a) çoğu, dinleri uğrunda canlarını verip şehid olmuş, yine o uğurda yurtlarından ayrılıp hicret etmişlerdi. Önce Mekke’den, Hz. Peygamberin dünyadan göçmesinden sonra da Medine’den ayrılma hasretiyle yanmalarına rağmen dünyanın dört bir tarafına yayılıp Allah’ın dinine hizmet etmişlerdir. Yahudiler ve münâfıklar ise, buna benzer hiçbir fedâkarlık göstermemişlerdir. Hatta Yahudiler kendi dindaşlarını öldürüp, diyarlarından sürmüşlerdir.

67 – Ve o takdirde Biz de onlara tarafımızdan pek büyük mükâfat verirdik.

68 – Ve onları dosdoğru yola iletirdik.

69 – Kim Allah’a ve resulüne itaat ederse işte onlar, Allah’ın nimetlerine mazhar ettiği nebîler, sıddîkler, şehidler, salih kişilerle beraber olacaklardır.

Bunlar ne güzel arkadaşlar!

70 – Bu, Allah’tan bir lütuftur. Bu lütfa lâyık olanların kadrini Allah’ın bilmesi yeter de artar!

71 – Ey iman edenler! Düşmanlarınıza karşı korunma tedbirinizi alın.

Duruma göre küçük kıtalar halinde veya toptan seferber olun.

Uhud savaşında müslümanların yarı mağlubiyetleri, Medine etrafındaki kabileleri aleyhte cesaretlendirmişti. Müslümanlar, Medinenin her tarafından tehlike çemberi içine alınmışlardı. İslâmı öğretmek üzere dışarıdan dâvet edilen müslümanlar da suikasda mâruz kalıyorlardı. Bu âyet, müminlerin yeterli tedbir almalarını emrediyor.

72 – Aranızda öylesi vardır ki, işi ağırdan alır.

Başınıza bir felâket gelirse der ki: “Neyse ki, Allah bana lutfetti de onlarla beraber çıkmadım.”

73 – Ama Allah’tan size nimet ve inayet erişirse -sanki daha önce kendisiyle sizin aranızda hiç tanışıklık yokmuş gibi-

“Ah! n’olurdu, der, ben de onlarla beraber olaydım da büyük ganimete konaydım!”

74 – O halde, dünya hayatına değil, âhirete talip ve müşteri olanlar Allah yolunda savaşsınlar.

Kim Allah yolunda savaşa girer de öldürülüp şehid olur veya galip gelir gazi olursa,

Her iki halde de Biz ona yarın pek büyük mükâfat vereceğiz.

75 – Size ne oluyor ki Allah yolunda ve çaresizlik içinde bırakılan:

“Ey büyük Rabbimiz! Ahalisi zalim olan şu memleketten bizi kurtarıp çıkar. Tarafından bir sahip gönder, katından bir yardımcı yolla!”

diye yalvarıp yakaran bir kısım erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda düşmanla çarpışmıyorsunuz?

Bu âyet, Mekke’de veya başka bir yerde müslüman olmuş olup da Medine’ye hicret ederek kendilerini işkenceden kurtaramayan müminlerin feryadını dile getiriyor.

76 – İman edenler Allah yolunda savaşırlar. Kâfirler ise şeytan yolunda savaşırlar.

Öyle ise ey müminler haydi, şeytanın taraftarlarıyla muharebe edin.

Şeytanın hilesi, cidden zayıftır.

77 – Baksana o kimselere ki, savaş zamanı değilken kendilerine: “Savaşa sebebiyet vermeyin, namazı hakkıyla ifa edin, zekâtı verin!” denilmişti.

Sonra onlara savaşma farz kılınınca, onlardan bir kısmı insanlardan, Allah’tan korkarcasına, hatta daha fazla korkup şöyle diyorlar: “Ya Rabbenâ, niçin bize harbi farz kıldın? Bize biraz daha mühlet verseydin ya!”

Onlara de ki: “Dünya zevki pek azdır, âhiret ise günahlardan sakınanlar için sırf hayırdır ve size kıl kadar olsun haksızlık yapılmaz.” [47,20]

78 – “Nerede bulunursanız bulunun: Sağlam, yüksek kulelerde, hatta eflâke ser çeken gökteki yıldız burçlarında bile olsanız, ölüm mutlaka size yetişir.”

Onlara bir iyilik ulaşınca “Bu, Allah’tandır” derler. Bir fenalık gelince “Bu, senin yüzündendir” derler.

De ki: “Hepsi de Allah tarafındandır.”

Fakat bu adamlara ne oluyor da, söz anlamaya bir türlü yanaşmıyorlar? [55,26; 3,185; 21,34; 7,131]

Yaratma bakımından hem iyilik, hem fenalık hem hayır, hem şer Allah’tandır. Fakat şerre sebebiyet veren, dâvet eden insan olması itibariyle şer insana izafe edilir.

79 – Ey insan! sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her fenalık ise nefsindendir.

Ey resulüm! Seni bütün insanlara elçi gönderdik. Allah’ın buna şahit olması yeter de artar! [2,124; 7,113; 8,27; 42,30]

80 – Kim resûlullaha itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.

Kim itaattan yüz çevirirse aldırma, zaten seni üzerlerine bekçi göndermedik ki! {KM, Luka 10,16}

81 – Münâfıklar sana “Baş üstüne!” derler.

Fakat yanından çıkınca, onlardan bir güruh gece karanlığında senin söylediklerinin tersine planlar kurarlar.

Allah onların o gizli planlarını bir bir kaydediyor.

Onun için sen yüzlerine vurmaktan vazgeç de Allah’a havale et, Ona tevekkül et. Sana vekil olarak Allah yeter. [24,47; 4,84]

82 – Kur’ân’ı gereği gibi düşünmeyecekler mi?

Eğer Kur’ân Allah’tan başkasına ait olsaydı, elbette içinde birçok tutarsızlıklar bulurlardı.

Bu gibi yerlerde münâfıkların ve zayıf inançlı kişilerin hataları dile getirilirken, bu yanlışların kaynağının, Hz. Muhammedin Allah’tan gelen bir Elçi olduğunu, Kur’ân’ın Allah Kitabı olduğu konusunda şüpheleri olduğu bildirilir. Allah Teâla onları Kur’ân’ı iyice incelemeye dâvet ediyor. Gerçekten, iyi düşünen insan şu hakikati anlamakta gecikmez: 23 yıl gibi uzun bir dönemde, çok çeşitli durumlar sebebiyle ve son derece farklı konularda yavaş yavaş tamamlanan bir metnin içinde tutarsızlık olmaması mümkün değildir. Bir insan ne kadar akıllı olursa olsun bunu başaramaz. Öyle ise bu kitap ancak Allah’ın eseri olabilir.

83 – Onlara güvenlik veya korkuya dair bir haber geldiğinde doğru olup olmadığını araştırmadan ve yaymakta mahzur bulunup bulunmadığını danışmadan hemen onu yayarlar.

Halbuki onlar bu haberi peygambere ve aralarındaki yetkili zatlara arzetselerdi elbette işin içyüzünü araştırıp ortaya çıkaranlar, onun mahiyetini, haberin neye delâlet ettiğini bilirlerdi.

Eğer Allah’ın lütuf ve rahmeti üzerinizde olmasaydı, pek azınız hariç hepiniz şeytana uymuş gitmiştiniz.

84 – Artık Allah yolunda cihad et!

Sen ancak kendinden sorumlusun. Müminleri de buna teşvik et.

Umulur ki Allah kâfirlerin savletini uzaklaştırır. Allah en güçlü ve cezalandırması da en çetin olandır.

85 – Her kim güzel bir şefaatte bulunursa, o iyilikten kendisine de bir nasip vardır.

Kim de kötü bir hususta şefaat ederse, ondan da kendisine bir pay düşer. Allah her şey üzerinde kadirdir.

86 – Şayet size selam verilirse, siz de ondan daha güzel bir tarzda selamı alın, en azından verilen selâmın misli ile karşılık verin. Şüphesiz ki Allah, her şeyin hesabını hakkıyle arar.

Bu ve daha başka âyetlerde emredildiği gibi, müslümanların daima insancıl ve nezaketli davranış göstermeleri gerekir. Mesela: Selam veren kimseye, daha candan, daha güzel, en azından onunki kadar güzel karşılık vermelidir. Zira kaba, nazik olmayan davranışlar insanları uzaklaştırır. İnsanlar arası ilişkilerin gergin olduğu dönemlerde ise bu güzel davranış, kat kat gerekli olur.

87 – Allah, o hak Mabuddur ki kendisinden başka hiçbir tanrı yoktur.

Kıyamet günü hepinizi bir araya toplayacaktır. Bunda hiç şüphe yoktur.

Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir? {KM, II Samuel 7,28; Mezmur 119,160. Yuhanna 17,17}

88 – Yaptıkları bunca cürüm sebebiyle Allah kendilerini başaşağı getirdiği halde,

durum bu kadar belli iken, ne diye münafıklar hakkında hüküm verirken kalkıp birbiriyle çekişen iki fırka haline geliyorsunuz?

Allah’ın saptırdığını siz mi yola getirmek istiyorsunuz? Her kimi Allah şaşırtırsa, artık sen ona yol bulamazsın.

Münâfıkların içleri dışlarından başka olduğu ve farklı yerlerde farklı durumlar alabildikleri için, onlar hakkında karar verecek kimseler ihtilaf ederler. O münafıklarla akrabalık, kabile birliği, ticari ortaklık, arkadaşlık gibi bağlar da müminleri etkileyebiliyordu.

Allah onlara Hz. Peygamber (a.s.m), İslâm ve müslümanlarla iç içe olma imkânı verdiği, onlar da zahiren müslüman göründükleri halde, birtakım hesaplarla, kalblerinden eski küfür ve inkârlarına döndükleri için, onlar hakkında “başaşağı, tepetaklak olma” tabiri, hallerini ifade edecek en mükemmel tabirdir.

Bellidir ki Allah onları münafık olarak “başaşağı” yaratmış değildir. Fakat onlar, iman tarafında olmaları için, bunca kuvvetli sebepler varken, irade ve tercihlerini hep inkâr tarafına kullanınca, bütün işleri güçleri, kazandıkları o yönde olunca, kendilerinin ısrarla istedikleri durum meydana gelmiş, varlığa koyduğu kanuna göre de Allah dalaletlerine izin vermiş ve yaratmıştır.

Oysa münâfıkları keşfetmek zor değildir: Uhrevî hayır ile dünyevî çıkarları çatıştığında âhireti bırakıp o çıkarı tercihleri, İslâmiyetleri ile menfaatleri karşı karşıya gelince İslâma hizmet ve fedâkarlık tarafında yer almamaları kesin bir ölçüdür. Allah bu ölçüyü kullanmayı hatırlatıp, münâfıklar yüzünden müminlerin birbirlerine düşmelerini menediyor.

89 – Ne çok isterler ki siz de kendileri gibi küfre düşesiniz de böylece kendileriyle beraber olasınız.

Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan dost edinmeyin.

Eğer aldırmazlarsa o vakit nerede bulursanız onları yakalayın, öldürün ve sakın onlardan ne veli, ne yardımcı edinmeyin.

90 – Ancak sizinle aralarında anlaşma bulunan bir kavme sığınanlar veya ne sizinle ne de kendi kavimleriyle savaşmak istemediklerinden göğüsleri daralarak size gelenler bundan müstesnadır.

Eğer Allah dileseydi, bunları size musallat eder ve bunlar da sizinle savaşırlardı.

O halde, onlar sizden uzak durur, sizinle savaşmazlar ve size barış teklif ederlerse, o takdirde Allah onlara saldırmak için size yol vermez. [8,61; 47,35]

91 – Bir de öyleleriyle karşılaşacaksınız ki onlar hem sizden, hem de kendi kavimlerinden emin kalmak isterler.

Bunlar ne zaman fitneye çağırılsalar derhal ona dalarlar. O halde bunlar sizden uzak durmaz, size barış teklif etmezler, ellerini sizden çekmezlerse onları nerede bulursanız yakalayın, öldürün.

İşte bunlara karşı size kesin bir izin ve yetki vermişizdir.

Bu âyette fitne: Şirk, küfür, savaş veya bozgunculuk olarak tefsir edilmiştir.

Bu son âyetlerde söz konusu edilen kâfirler, Medine dışında bulunan münafıklar olup şu üç gruba ayrılmışlardır: 1.Müşriklerle işbirliği yapanlar. Bunlar imha edileceklerdir. 2.Müslümanların kendileriyle saldırmazlık anlaşması yaptıkları toplumlara sığınanlar. 3.Gerek müslümanlarla gerekse kendi kavimleriyle savaşmak istemeyip tarafsız kalmayı tercih edenler.

92 – Müminin mümini öldürmesi olacak iş değildir, ancak yanlışlıkla olursa başka.

Kim yanlışlıkla bir mümini öldürürse mümin bir esir (köle) âzad etmesi ve öldürülenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gerekir; ancak onlar diyetten vazgeçip bağışlarsa o başka.

Eğer yanlışlıkla öldürülen, kendisi mümin olmakla birlikte, size düşman bir kavimden ise, öldürenin mümin bir köle âzad etmesi gerekir.

Eğer öldürülen, aranızda anlaşma bulunan bir topluluktan olursa, vârislerine teslim edilecek bir diyet ile mümin bir köle âzad etmesi gerekir.

Bunları yapmaya gücü yetmeyenin, Allah tarafından tövbesinin kabulü için ardarda iki ay oruç tutması gerekir. Allah alîm ve hakîmdir (her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).

Keffaret olarak bir köleyi hürriyetine kavuşturmak Allah’ın hakkı, diyet ödemek de kul hakkını karşılamak içindir. Yanlışlıkla bir hayata son veren kimse, bir köleyi toplum içinde adeta hayata kavuşturma ile o hatasını telâfi etmiş olmaktadır. Ölenin varislerine verilecek diyet Hz. Peygamber (a.s.) tarafından yüz deve veya onun değeri olarak tesbit edilmiştir. Bu da çok ağır bir tazminat olup, aileye verdiği zararı telafi etme maksadına yöneliktir. Vârisler isterlerse miktarı hafifletebilirler. Köle âzad etme, diyet veya iki ay oruç ceza değil, suçun affedilmesi için birer keffarettir. Onun için katilin ayrıca vicdan azabı, pişmanlık duyup tövbe etmesi lâzımdır. Ceza alması halinde bunlar sözkonusu değildir.

93 – Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere gireceği cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır. [39,53, 4,48]

Kasden adam öldürmenin dünyadaki cezası kısastır. Vârisleri kısastan vazgeçerlerse, diyet alabilirler. İsterlerse bunu da bağışlayabilirler. Âhiretteki cezası, Allah Teâla affetmezse ebedî cehennemdir. 4,48 âyeti, Allah Teâla’nın, şirk dışındaki günahları dilediği takdirde affedeceğini bildirerek bu âyeti takyid etmektedir.

94 – Ey iman edenler! Yeryüzünde Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, son derece dikkatli davranın.

Size selam verene, dünya hayatının geçici ve az bir menfaatini elde etmek için: “Sen mümin değilsin” demeyin. Unutmayın ki Allah’ın yanında birçok ganimetler vardır.

Önceden siz de böyle idiniz, Allah size lütfetti de imanla şereflendiniz.

Öyleyse iyi anlayın, dinleyin çok dikkatli davranın. Muhakkak ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır. [8,26]

Selam, en kapsamlı bir iyi dilek temennisidir. Ayrıca selam veren kimse muhataplarına: “Ben senin cemaatındanım, sana benden zarar gelmez, senin de benim hakkımda iyi düşünmeni beklerim” demek istiyordu. İslâmın başlangıcında, gelen insanı başka türlü ayırd etme imkânı yok iken, selam bir parola yerine de geçiyordu. Düşman kişi, ölüm korkusu sırasında canını kurtarmak için de böyle diyebiliyordu. Bu da müslümanları zor duruma düşürüyordu. Fakat kalplerde olanı bilmek mümkün olmadığından Allah bu emri verdi. Demek ki bir mümini öldürmek ihtimalinden ise, bir kâfiri serbest bırakmak daha uygun görülmektedir.

Kaldı ki müteakip cümle, çok önemli bir uyarıda bulunmaktadır. İslâm yavaş yavaş yayılıyordu. “İnsanların gönüllerinde ilahî hidâyetin parlaması, İslâm’ın güzelliklerinin anlaşılması pek az bir vakte de sığabilir. “Yakın bir zaman önce siz de onlar gibi değil miydiniz” buyurularak bu gerçek hatırlatılıyor.

95-96 – Özür sahibi olmaksızın cihaddan geri kalan müminlerle, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad eden müminler elbette bir olmaz. Allah malları ve canları ile mücahede edenleri, derece bakımından cihada gitmeyenlerden üstün kılmıştır.

Gerçi Allah hepsine de en güzel yurt olan cenneti vaad etmiştir, ama mücahede edenleri, cihada katılmayanlardan çok daha büyük mükâfatlarla, tarafından derece derece rütbeler, hususi bir mağfiret ve rahmetle mümtaz kılmıştır. Değil mi ki Allah gafurdur, rahimdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).

Maksat, farz-ı kifaye olan cihaddan, mazereti sebebiyle ve izinli olarak geri kalan müminlerdir.

97 – İman edip de hicret etmeyerek kendi öz nefislerine zulmeder vaziyette olanların canlarını alırken melekler onlara diyorlardı ki: “Ne işte idiniz?”

Onlar da: “Biz bu ülkede, dinin emirlerini uygulayamayan, baskı altında yaşayan kimselerdik” deyince, melekler bu sefer şöyle dediler:

“Peki Allah’ın dünyası geniş değil miydi? Siz de orada hicret edeydiniz ya?”

İşte onların durağı cehennemdir. Ne fena bir dönüş yeridir orası!

Bu âyet indirildiği sırada ve Mekke’nin fethine kadar, müminlerin Medine’ye hicret etmeleri farz idi. Çünkü düşman müşrikler arasında, onların alayları, şüphe vermeleri, baskıları karşısında müminlerin dinlerini korumaları güçtü.

Diğer taraftan müminlerin bir arada İslâm’ın güzelliklerini yaşayıp müslümanca eğitilmeleri önemli idi. Ayrıca müminlerin bir araya gelerek bir kuvvet oluşturmaları, gerektiğinde kendi haklarını savunup kâfirlerin merhametlerine bırakmamaları gerekiyordu.

İşte bu âyette, Asr-ı saadette Medine’ye hicret etmeyip müşrik toplum içinde kalanlar, “kendilerine zulmedenler” diye nitelendirilmektedir. Bunlardan bazıları rahatlarını, alışkanlıklarını, ailelerini, mal ve mülklerini ve diğer çıkarlarını dinlerine tercih ediyorlardı. Onun için “Biz ülkemiz de baskı altında yaşayan kimselerdik” özürleri kabul edilmemiştir. Fecî bir âkıbet, cehennem azabı ile tehdit edilmişlerdir. Bunun yanında gerçekten hicrete gücü yetmeyen yaşlı, güçsüz erkekler, kadınlar ve çocukların mazeretleri 98. âyetle kabul edilmiştir.

Asr-ı saadette Mekke’nin fethi ile hicret mükellefiyeti sona ermiştir. Fakat âyet-i kerime, Mekke dönemi şartlarının bulunması halinde, hicretin yine gerekebileceğine işaret etmektedir.

98-99 – Ancak, her türlü imkândan mahrum ve hicret için yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar bu hükmün dışındadırlar. Çünkü bunları Allah’ın affedeceği umulur. Allah gerçekten afüv ve gafurdur (affı ve mağfireti boldur).

100 – Kim Allah yolunda hicret ederse dünyada gidecek çok yer, genişlik ve bolluk bulur.

Kim evinden Allah’a ve Resûlüne hicret niyetiyle çıkar da yolda ecel gelip kendini yakalarsa o da mükâfatı haketmiştir ve onu ödüllendirme Allah’a aittir. Allah gafurdur, rahimdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).