KUR'AN-I KERİM İNDEKS

48 – FETİH SÛRESİ

Medine döneminde nâzil olmuştur. 29 âyettir. Adını, bu sûre-i şerifede bahsedilen ağırlıklı konulardan birinden almıştır. Bu konu, hicrî 6. yılı Zilkade ayında yapılan Hudeybiye anlaşmasıdır. Allah Teâla bu anlaşmayı, birinci âyette “Fethen mubina” (aşikâr zafer) olarak nitelendirmiştir. Bu sûre hicrî 6. yılda nâzil olmuştur. Sûrenin ikinci kısmı münâfıkların davranışlarını, üçüncü kısmı müslümanlara vaad edilen zaferleri, son kısmı ise örnek İslâm cemaatinin başlıca vasıflarını ele alır.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1 – Biz Sana aşikâr bir fetih ve zafer ihsan ettik.

Bu fetih, Hudeybiye anlaşmasıdır. Müslümanların bir kısmı bunun zafer olacağı konusunu iyi anlayamadıkları için Hz. Peygambere: “Ya Resulallah bu zafer midir?” diye sorunca, O yemin ederek zafer olduğunu bildirmişti. Fakat uzun zaman geçmeden, bu konuda kimsenin tereddüdü kalmadı. Abdullah İbn Mes’ud gibi bazı ashabdan, şu söz nakledilmiştir: “Halk Mekkenin fethine zafer diyor, halbuki biz asıl zafer olarak Hudeybiye anlaşmasını kabul ediyoruz.” (Buhari). Tâbiin imamlarından Zührî der ki: “İslâm tarihinde Hudeybiye zaferinden önceki hiçbir fetih, onun kadar büyük değildir. (...) Bundan sonraki iki yıl içinde İslâm’a girenlerin sayısı, o zamana kadar (19 yıl boyunca) müslüman olanlarınkine ulaştı, hatta onu da geçti.” (Buhari Şerhi Fethu’l-Barî; İbn Hişam)

2 – Bu da Allah’ın, senin geçmiş ve gelecek kusurlarını bağışlaması, sana yaptığı ihsan ve in’amı tamamlaması, seni dosdoğru yola hidâyet etmesi.

3 – Ve sana şanlı ve şerefli bir zafer vermesi içindir.

4 – İmandaki yakînlerini iyice artırsınlar diye müminlerin kalplerine sekîne indiren O’dur. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.

Hz. Peygamber (a.s.) Mekke’ye çıkarken ashab korkabilirlerdi. Nitekim münafıklar bu seferi “ölüme gitme” diye düşünmüşlerdi. Yahut antlaşmadan hemen sonra Ebû Cendel gibi bir müslümanın müşriklere teslim edildiği sırada kendilerini tutamayabilirlerdi. Anlaşmayı hazmedemeyip itaatsizlik gösterebilirlerdi. Fakat Allah’ın o müminlerin gönüllerine indirdiği sükûnet sayesinde bağırlarına taş basıp itaatsizlikten geri durdular, imtihanı kazandılar, tehlikeli yolculukları zafere dönüştü.

5 – Bu da, Allah’ın mümin erkekleri ve mümin kadınları içinde ebedî kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştirmesi, onların günahlarını bağışlaması içindir. Bu, Allah katında büyük bir nailiyettir, büyük bir başarıdır. [3,185]

Kur’ân’da genel ifadeler, kadınları da kapsamına alır. Fakat burada özellikle onların mükâfatları vurgulanmıştır. Zira onlar beylerini, çocuklarını, kardeşlerini o tehlikeli seferden engellemek şöyle dursun aksine teşvik etmişler, mallarını ve çocuklarını, emanetlerini koruma görevini üstlenmişlerdi.

6 – Öte yandan, Allah hakkında kötü zanda bulunan münafık erkekler ve münafık kadınlar, müşrik erkek ve müşrik kadınları cezalandırması içindir. Kötülük, onların başlarına dönsün! Allah, onlara gazap etmiş, lânetlemiş ve onlara cehennemi hazırlamıştır. Ne kötü yerdir orası!

7 – Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah hep azîz ve hakîmdir (mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibidir).

8 – Muhakkak ki: Biz, seni bir şahit, bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik ki

9 – Allah’a ve Resulüne iman edesiniz, ona destek olup saygı gösteresiniz ve Allah’ı da sabah akşam tesbih ve tenzih edesiniz.

10 – Sana biat edenler, gerçekte Allah’a biat etmektedirler.

Allah’ın eli, hepsinin ellerinin üstündedir.

Kim sözünden dönerse, kendi aleyhine olarak döneklik eder.

Ama kim Allah’a verdiği sözünde durursa, Allah ona pek büyük mükâfat verir. [4,80; 9,111]

Hz. Peygamber (a.s.)’ın Mekke müşriklerine elçi olarak gönderdiği Hz. Osman (r.a)’ın öldürüldüğü haberi gelince, Hz. Peygamber sefere katılan 1400 kadar sahâbîden, ölünceye kadar savaştan kaçmayacaklarına dair biat almıştı. Bu, “Bey’atu’r-rıdvan” adı ile tarihe geçmiştir.

11 – Hudeybiye seferine katılmayıp kaçak durumda geri kalan bedevîler sana gelip: “Bizi mallarımız ve ailelerimiz oyaladı da ondan katılamadık.

Ne olur bizim için Allah’tan af dile” derler.

Onlar aslında, dilleriyle kalplerinde olmayan şeyler söylerler.

De ki: Şimdi hakkınızda Allah bir zarar veya fayda vermek isterse, kim O’na karşı koyup engelleyebilir?

Hayır! İş sizin iddia ettiğiniz gibi değil.

Allah her şeyden haberdar olduğu gibi sizin gazaya katılamayışınızın gerçek sebebinden de haberdardır.

Umre çağrısına, iman etmelerine rağmen katılmayan, Medine civarındaki Eslem, Cüheyne, Gifar, Eşca gibi kabileler olduğu rivayet edilmektedir.

12 – Aslında siz Peygamberin ve müminlerin ailelerine artık geri dönemeyeceklerini düşündünüz.

Bu hayal, gönüllerinizde allanıp pullandı ve yerleşti.

Kötü zanlara düştünüz ve helâki hak etmiş kimseler oldunuz.

13 – Kim Allah’a ve Resulüne inanmazsa bilsin ki Biz kâfirlere alevli ateşler hazırladık.

14 – Göklerin ve yerin hâkimiyeti Allah’ındır.

Dilediğini mağfiret eder, dilediğini cezalandırır.

Allah gafurdur, rahîmdir (affı ve ihsanı boldur).

15 – Gazaya katılmayanlar, siz ganimetleri almak için gittiğinizde: “İzin verin, biz de size tâbi olalım” derler.

Böylece Allah’ın hükmünü değiştirmek isterler.

De ki: “Siz bizimle gelemezsiniz, zira Allah Teâla daha önce böyle buyurmuştur”

Bu defa da: “Hayır, diyecekler, siz bizi çekemiyorsunuz”

Bilakis kendileri anlayışları kıt olan, çok az anlayan kimselerdir.

Bu bedevîler Hudeybiye gazasına katılmamışlar, kaçak duruma düşmüşlerdi: Hz. Peygamber (a.s.), Hudeybiye’den hicri 6. yılın Zilhicce ayında döndü ve bu ayın geri kalan kısmı ile (7. yıla ait) muharremin ilk günlerini Medinede geçirdi. Sonra Hayber seferine çıktı. Bu sefere, sadece Hudeybiye gazasına katılanları aldı. Zira Allah Teâla kendisine böyle bildirmişti. Hayber’i fethedip çok ganimetler aldılar. Münafıklar, Hayber’in sonunda menfaat gördükleri için bu savaşa katılmak istediler ama, Allah’ın buyruğu gereğince alınmadılar. Âyet bu hadiseye işaret etmektedir.

16 – O gazaya katılmayıp geri kalan bedevilere de ki:

“Siz yakında çok kuvvetli ve savaşçı bir milletle savaşmaya dâvet edileceksiniz.

Onlar teslim olup boyun eğinceye kadar onlarla savaşacaksınız.

Eğer bu sefer itaat ederseniz Allah sizi pek güzel bir şekilde ödüllendirir.

Ama daha önce yaptığınız gibi arkanızı döner, cihaddan kaçarsanız, O, size gayet acı bir azap verir.”

Bu âyetteki çok güçlü millet Farslar ile Bizanslılar olup onlarla yapılacak savaşlara gaybî işaret edilmektedir. Onlarla boyun eğinceye kadar savaşılır. Âyetteki “yüslimûn” kelime mânasıyla “inkiyad etme, teslim olma” diye tefsir edilir. Eğer çok güçlü milletten Sakif, Hevazin gibi müşrikler kasdedilirse onlar hakkında “İslâm’a girinceye kadar” diye anlaşılır.

17 – Gazaya katılmama konusunda âmaya sorumluluk yok, topala sorumluluk yok, hastaya sorumluluk yoktur.

Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, Allah onu, içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştirir.

Kim de itaatten yüz çevirirse onu gayet acı şekilde cezalandırır.

18-19 – Gerçekten Allah, (Hudeybiye’de) o ağacın altında sana biat ettikleri zaman, müminlerden razı oldu.

Onların kalplerindeki ihlası bildiği için üzerlerine sekîne, huzur ve güven indirdi. Onları hemen yakında gerçekleşen bir zaferle ve alacakları birçok ganimetle mükafatlandırdı.

Allah azîz ve hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).

Allah Teâla bu ağacın altında biat eden 1400 kadar sahabîden razı olduğunu açıkça bildirmektedir. Bunların imanı o derece kuvvetli ve savaş hazırlığından o kadar uzak idiler ki, hallerine bakan kimse, umre için giydikleri ihramı kefen olarak giydiklerine hükmederdi. Onlardan razı olduğunu bildiren Allah, elbette onların istikballerini de bilerek böyle buyurmuştu. Şia ve Havariç fırkalarının onları dinden dönme ile suçlamaları, sadece kendilerine zarar verir. Söz konusu ağacı ziyaret edenler zuhur edince Hz. Ömer (r.a.)’ın onu kestirdiği nakledilir.

20-21 – Allah size daha başka birçok ganimet vaad etti. Onları ileride alacaksınız. Şimdilik size bunu verdi ve insanların ellerini sizden çekti ki müminler için Allah’ın teyidine bir delil ve ibret olsun ve sizi dosdoğru yola eriştirsin. Allah size henüz güç yetiremediğiniz ama Kendisinin ilim ve kudretiyle ihata ettiği başka ganimetler de vaad etti. Allah her şeye hakkıyla kadirdir.

Vaad edilen zaferler Hayber ve onu takibeden fetihlerdir. Hudeybiye sırasında müminlerin savaşacak durumdaki bütün erleri Medine’den on beş gün uzakta bulunuyorlardı. Etraftaki birçok düşman kabile bunu fırsat bilip Medine’yi işgal etmeyi düşünebilirlerdi. İçerideki müşrik, Yahudi ve münafık gruplar da onlarla işbirliği yapabilirlerdi. Allah onlara fırsat vermediğini hatırlatıyor.

21. âyetteki fetih, muhtemelen Mekke’nin fethidir. “Sizin şu anda ona gücünüz yetmiyor, fakat Allah onu kuşatmış olup Hudeybiye sürecinin sonucunda ona da nail olacaksınız” denilmiş oluyor.

22 – Eğer o Mekkeli kâfirler sizlerle savaşsalardı, arkalarını dönüp kaçar, sonra da ne kendilerini koruyan, ne de destek olan hiç kimse bulamazlardı.

23 – Allah’ın öteden beri câri olan kanunu budur. Ve sen Allah’ın nizamında hiçbir değişiklik bulamazsın.

24 – Mekke vâdisinde size kâfirlere karşı zafer nasib ettikten sonra, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çeken O’dur. Allah bütün yaptıklarınızı görür.

25 – İnkârda ısrar edip sizi Mescid-i Haramı ziyaret etmekten ve bekletilmekte olan hediye kurbanlıkları yerine ulaştırmaktan geri çevirenler onlardır.

Eğer orada kendilerini tanımadığınız için tepeleyeceğiniz ve bilmeyerek tepelemenizden ötürü zor durumda kalacağınız mümin erkekler ve mümin kadınlar olmasaydı, Allah ellerinizi birbirinizden çekmez, savaşmanıza engel olmazdı.

Dilediği kimseleri rahmetine nail etmek için Allah böyle takdir buyurdu. Şayet onlar birbirlerinden seçilip ayrılmış olsalardı, elbette kâfirleri gayet acı bir cezaya çarptırırdık.

İslâm’a inanmış olup Mekke’den Medine’ye hicret imkânı bulamayan ve Medinedeki müslümanlarca bilinmeyen çok mümin vardı. Kalınan zor durum şu olabilirdi: Meşakkat, diyetin gerekmesi yahut öldürülmelerinden ötürü keffaret, üzüntü, kâfirlerin kınamaları (mümin mümini öldürüyor diye ayıplamaları) müminleri bulup seçme hususunda tam araştırma yapılmaması sebebiyle günaha girme.

Allah Teâlanın gözettiği faydanın diğer boyutu şu idi: Mekke’nin kanlı bir şekilde fethedilmesini istemiyordu. Mekke’yi çevreleyen şartların hazırlanması ile, kendilerinin kanaat getirmesiyle İslâm’a girmelerini istiyordu. Nitekim Hudeybiye’den sonraki iki yıl bu maksada kâfi geldi.

26 – Kâfirlerin kalplerine taassubu, Cahiliye taassup ve tarafgirliğini yerleştirdikleri o sırada, Allah da Resulünün ve müminlerin gönüllerine huzur ve güven duygusu verdi.

Takvâ kelimesini onlara yoldaş etti. Zaten onlar bu söze pek lâyık ve ehil idiler. Allah her şeyi hakkıyla bilir.

Müminlerin onbeş günlük mesafeden gelmelerine rağmen bir gün içinde umre yapıp dönmelerine izin vermeyen müşrikler sırf şu taassupla hareket ediyorlardı: “Eğer Muhammed bu kalabalıkla Mekkede görünürse bütün Arap yarımadasında gururumuz kırılacaktır.”

Allah’ın müminlerin kalplerine verdiği güven duygusu sayesinde onlar hislerine kapılmadılar, soğukkanlı, vakarlı, dürüst davranıp bu sabırlarının mükâfatlarını gördüler.

27 – Allah, Resulünün rüyasını elbette doğru çıkaracaktır. İnşaallah siz kiminiz başını tıraş ettirmiş, kiminiz saçlarını kısaltmış olarak, Mescid-i Harama korkmaksızın tam bir güvenlik içinde gireceksiniz. Ama Allah sizin bilemediğiniz şeyleri bildiğinden ondan önce, yakın bir zafer nasib etti.

Sefere çıkmadan önce Hz. Peygamber, rüyasında ashabı ile güven içinde umre yaparak Mekkeye girdiklerini görmüş ve bunu anlatmıştı. Hudeybiye’den dönerken beklentilerini bulamayınca üzüldüler. Münâfıklar ise şüpheye düşüp bazı imalarda bulunup halkın manevîyatını sarsmaya başladılar. Oysa Peygamberimizin rüyasında “bu yıl” olacağına dair işaret yoktu. Allah Teâla bu âyetle, bu zaferin kesin olarak vuku bulacağını gaybî bir haber olarak bildirmektedir. Bu söz ertesi yıl hicri 7. yılda Zilkade ayında gerçekleşmiş, “Kaza edilen Umre” (Umret’ul-kadâ’) diye tarihe geçmiştir.

28 – Bütün dinlere üstün kılmak için Resulünü hidâyet ve hak dinle gönderen O’dur. Buna şahit olarak Allah yeter.

Hudeybiye seferi hakkındaki âyetlerin peşinden Hz. Muhammed (a.s.)’ın risaletini vurgulayan bu âyetin indirilmesinin hikmeti şudur: Anlaşma akdi yazılırken Mekke müşriklerinin ısrarı üzerine “Allah’ın Resûlü” sıfatını Efendimiz silmişti: İşte buna ima ederek Allah Teâla sanki şöyle buyurmaktadır: “Onun Allah’ın Resûlü olduğunda en ufak bir tereddüt yoktur. Bir kısım insanların inanmamaları bu gerçeği değiştirmez. Allah’ın ona şahitlik edip desteklemesi yeter de artar.”

29 – Muhammed Allah’ın Resulüdür. Onun beraberindeki müminler de kâfirlere karşı şiddetli olup kendi aralarında şefkatlidirler. Sen onları rükû ederken, secde ederken, Allah’tan lütuf ve rıza ararken görürsün. Onların alameti, yüzlerindeki secde izi, secde aydınlığıdır. Bunlar, Tevrattaki sıfatları olup İncîldeki meselleri ise şöyledir: Öyle bir ekin ki filizini çıkarmış, sonra da onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış da artık gövdesi üzerinde doğrulmuş. Öyle ki ekicilerin hoşuna gider, kâfirleri de öfkelendirir. İşte böylece Allah, onlar gibi iman edip makbul ve güzel işler yapanlara bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır. [5,54] {KM, Vahiy 14,1; Matta 13, 31-32; Markos 4,26-27; Luka 13,18}

Ashabın kâfirlere karşı sert olmaları, onların kâfirlere haşin ve katı davranmaları mânasına gelmeyip imanlarının sağlamlığı, prensiplerinin kesinliği, dürüst ve düzenli hayatları sebebiyle kâfirlerin onları kolay kolay baş eğdirememeleri, korku vererek sindirememeleri, onları menfaat ve şehvetlerle satın alamayacakları, kolay bir lokma halinde dişleri arasında öğütemeyecekleri mânasına gelir.

Secde izi, maddî alanda görülebilen yuvarlak iz değildir. Müminin Allah’a yönelmesi neticesinde elde ettiği ruh yüceliği, güzel ahlâk, vakar ve takvâ halidir. Öyle ki onları gören insanlar bunu sezerler. Nitekim İmam Malik, Suriyeyi fetheden ashab hakkında oranın Hristiyan halkının şöyle söylediklerini nakleder: “Bunlar, Hz. Îsâ’nın havarîleri hakkında bildiğimiz o yüce meziyetleri ve üstün değerleri taşıyan insanlar.”