KUR'AN-I KERİM İNDEKS

74 – MÜDDESSİR SÛRESİ

Mekke’de risaletin başlangıcında inen sûrelerden olup 56 âyettir. Sûre adını ilk âyetinde geçen kelimeden almıştır. Müddessir: “örtüsüne bürünmüş” demek olup bununla birinci derecede Hz. Peygamber (a.s.) kasdedilmektedir. Bu sûre nübüvvet yolunun tebliğ ve irşad görevinden, hak dinin karşısına çıkan bazı kişilerin vasıflarından, bunların âhirette çekecekleri azaptan bahseder.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1-10 – Ey örtüye bürünen! İnziva arzu eden!

Ayağa kalk ve insanları uyar.

Rabbinin büyüklüğünü an.

Elbiseni tertemiz tut, maddî manevî kirlerden arın,

Pis ve murdar olan her şeyden kaçın

Verdiğini çok bularak minnet etme!

Rabbinin yolunda sabret

Sûr’a üflendiği gün,

Doğrusu, o çok çetin bir gün!

Kâfirlere hiç kolay olmayan bir gün!

Müddessir kelimesi (aslı mütedessir) ayrıca “yalnızlık ve inziva arzu eden” mânasına gelir. Allah Teâla, nebîsine “Artık inzivayı bırak, bütün dünyanın önüne öğretici ve uyarıcı olarak çık!” “Çevrende gaflet içinde bulunan insanları uyar. Kendilerini yaratıp bunca nimetlerle donatan o Yüce Rabbin onları görüp işittiğini ve sonunda hesaba çekeceğini hatırlat” demektedir.

“Allah’ın büyüklüğünü anmak “Allah’u ekber!” demek İslâm’ın özetidir, başta gelen emridir ve bir zikirdir. Risaletin başlangıcında öğretilen bu zikir, ezanda, namazlarda, hacda, kurbanda, hayatın her tarafında devam eder.

4. âyette beden temizliği ile ruh temizliği arasındaki sıkı ilişki hatırlatılıyor. Bu âyet, “Cinsel zaaftan uzak dur, uçkuruna sahip ol” mânasına kinaî anlam ile de tefsir edilmiştir. Böylece müminlerin kalplerini, ruhlarını, bedenlerini, elbiselerini, ırzlarını tertemiz yapmaları emredilmektedir. Mânaları çok özlü olan ilk 7 âyeti iyi düşünen bir insan, risaletin başında bu buyrukların, verilmesi gereken en hikmetli, tam yerli yerinde emirler olduğunu anlar, risaletin önemli bir delilini bulur.

11-14 – Mal ve ailesiz, tek olarak yarattığım, sonra çok çok mal, servet ve etrafında dolaşan oğullar verdiğim, her türlü imkânı önüne serdiğim, o adamın hakkından gelmeyi sen Bana bırak!

Bu âyetler, Hz. Peygamber (a.s.) aleyhinde “büyücü” diye propaganda yapan, Kureyş’in liderlerinden Velîd b. Mugire ve benzerleri hakkında indirilmiştir. Onun on oğlu vardı ki Halid b. Velîd (r.a) onlardan biridir.

15 – Hâlâ da açgözlülükle imkânlarını daha da artırmama hevesleniyor.

16 – Hiç heveslenmesin! Çünkü o Bizim âyetlerimize karşı inatçı kesildi.

17 – Ben de onu sarp mı sarp bir yokuşa sardıracağım.

18 – O düşündü, ölçtü, biçti...

19 – Kahrolası, nasıl da ölçtü biçti!

20 – Hay kahrolası! Nasıl, nasıl da ölçtü biçti!

21 – Sonra baktı...

22 – Derken suratını astı, kaşlarını çattı...

23 – Sonra da sırtını döndü, kibirinden kabardı, arkasına bakmadan çekip gitti!

24 – “Bu, büyücülerden nakledilen büyüden ibarettir.” dedi.

25 – Bu, beşer sözünden başka bir şey değildir.”

Velîd aslında Kur’ân’dan çok etkilenen, meşhur bir edib idi. Kur’ân’ın, beşer üstü bir taraftan geldiğini de vicdanında hissediyordu. Fakat toplumdaki itibarını kaybetmemek için, Kur’ân hakkında ne diyeceğini şaşırmış, sonunda onun olağanüstü etkisini “büyü” diye nitelendirmişti.

26 – (“Beşer” desin bakalım) “Ben de onu sekar’a atacağım.

27 – Sekar nedir bilir misin? Nereden bileceksin!

28 – O, içine atılanı yer, bitirir. Yine de bırakmaz, eski haline çevirip bu işi tekrar eder.

29 – Sürekli olarak derileri kavurur.

30 – Üzerinde on dokuz görevli vardır.

31 – Biz cehennem görevlilerini sadece melaikelerden kıldık. Onların sayısını da kâfirler için imtihan ve sıkıntı sebebi yaptık ki Ehl-i kitaptan olanlar Peygambere imanda yakîn sahibi olsun, daha kesin inansın. Mü’minlerin imanlarındaki yakinleri artsın. Ehl-i kitap ve müminler tereddüde düşmesinler.

Kalplerinde hastalık olan münafıklar ile kâfirler de neticede: “Allah, bu misal ile ne anlatmak istemiş olabilir?” desinler. Böylece Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini doğru yola iletir. Rabbinin ordularını Kendinden başka kimse bilemez. Bu, yani cehennem veya ondan bahseden âyetler beşere bir öğüt ve uyarıdan başka bir şey değildir. [2,26]

Kâfirler, iyi zan içinde olmadıklarından, hemen itiraz edecek bir taraf arayıp ona takılır. Mesela sayı doğru olmakla birlikte işin özü değildir. Ama kâfir sayıya takılarak kendi kendisini tökezletir. Yürüyüşüne devam edemez. Kur’ân’da bildirilir ki bir imtihandan sonra mümin imanında sebat gösterir, din hususunda cayıp geri dönmezse, o zaman imanı kökleşir.

“Allah’ın orduları”: O’nun yarattığı mahlûklar, onlara verdiği kuvvetler, görevlerdir.

32 – Hayır! İş kâfirlerin dediği gibi değil. Ay’a.

33 – Ve dönüp giden geceye.

34 – Ağardığı dem sabaha kasem edip şahit tutarım ki.

35 – O sekar belâların en müthişidir.

36 – Beşer için en büyük uyarıdır.

37 – İleri veya geri gitmek durumunda olanlar için en büyük uyarıdır.

38-39 – Ashab-ı yeminden, hesap defterini sağ tarafından alan cennetlikler dışında herkes yaptığı işlerin rehini ve esîri olacaktır.

40-42 – Onlar mutlaka cennetlerde mücrimlerin hallerini hatırlarını soracaklar: “Neydi bu cehenneme sizi sürükleyen?”

43 – Onlar şöyle cevap verecekler: Biz namaz kılanlardan değildik.

44 – Fakirleri doyurmaz, onların ihtiyaçlarıyla ilgilenmezdik.

45 – Batıl sözlere dalanlarla beraber biz de dalardık.

46 – Bu hesap gününü yalan sayardık.

47 – Ölüm bizi yakalayıncaya kadar hep böyle idik.”

48 – Artık onlara şefaatçilerin şefaati fayda etmez.

49-51 – Ne oluyor onlara ki bu öğütten, bu irşaddan arslandan ürküp kaçan yaban eşeği gibi kaçıyorlar?

52 – Bu beyler, bu öğütle yetinmeyip üstelik her biri kendisine mahsus özel kitap, özel ferman isterler!

53 – Hayır! onlar aslında âhiret endişesi taşımazlar.

54 – Hayır! Gerçekten bu bir öğüttür, bir uyarıdır.

55 – Dileyen onu okur, düşünür ve ders alır.

56 – Ama Allah dilemedikçe onlar ders alamazlar. Saygı duyulup cezasından sakınmaya lâyık olan da, günahkârların günahlarını bağışlama şanına yaraşan da yalnız Odur.

Hidâyete gelmek, kişinin kendi elinde değildir. İradesini hidâyet yönünde kullanmak sûretiyle Cenabı Hakkın ona hidâyeti nasib etmesi, onu kalbinde yaratması lâzımdır. Bu, ince kader sırrıdır. Eğer Allah Teâla, insanları kendi hallerine bıraksaydı, mukadderatlarını Kendisi tayin etmeseydi, dünyanın nizamı altüst olurdu. En büyük zararı insanlar çekerdi.

“Bir Kadir-i mutlak eylemişken tanzim,

Devran görünür her kula bin türlü sakîm,

Her kul verebilseydi meramınca nizam,

Her devrini eylerdi cahîm içre cahîm.”

(Yahya Kemal)

Bir insan ne kadar günahkâr olursa olsun bunlardan vazgeçerek Allah’ın rahmetine sığınırsa, Allah onu bağışlar. Yoksa Allah Teâla, yapılanları unutmama, ille de cezalandırma, kin tutma gibi şeylerden münezzehtir.